balo. gece yerini güne bırakmış, uzun bir günün ardından o malum balo gelip çatmıştı. jungwon, kalabalığın arasına karışmayacak, yalnızca balkondan olup biteni izleyecekti. şüpheli olan şeyleri not alacak, vikont eğer kız çocuğunu bir yere götürmeye çalışacak olursa onları takip edecekti. heeseung ve ben bizzat çocuğun ebeveynleri gibi davranacaktık. biz bütün planları ve ayarlamaları yaparken bir yandan da çin'den gelen misafirler bu sabah veda ederek evlerine dönmüşlerdi. chittaphon ile sarılmıştık. her ne kadar iki gün önce tanışmış olsak bile benim için çok değerli biriydi. sık sık mektuplaşacaktık. kun kısa bir baş selamı vermiş, nişanlısı ile gemiye binip ufukta kaybolmuşlardı.
baloda giymem için bana bir takım elbise ayarlanmıştı. koyu mavi bir takımdı. beyaz gömleğin üzerine beyaz taşlı bir fular takacaktım. son olarak da siyah uzun çizmeler giyecektim. saçlarımı yeri şekillendirecekti. düzmece bir katılım olsa da gerçek görünmesi gerekiyordu. hatta jungwon bizden baloda dans etmemizi bile istemişti. öncelerde ne yapacağımı bilemesem bile heeseung bana yardımcı olacağını söylemişti. bir soylunun dans etmeyi bilmemesi, ne kadar da aciz bir aristokrat... utanmıştım, heeseung'a belli etmemeye çalışmıştım. dans etmeyi bilmediğimi söylediğimde başımı yerden kaldıramamıştım. kendimi çok aciz hissediyordum. bir soylu olarak dans edemiyordum bile! utangaç içindeydim. ya hata yaparsam, diye düşünüyordum kendi kendime. heeseung'ın ne olursa olsun beni sıkıca tutacağını biliyordum, ancak ona karşı rezil olmaktan korkuyordum. hâlâ utanç ile dolup taştığım anları düşünürken üzerime havluyu sarıp banyodan çıktım. odada heeseung yoktu. ortalıkta olmaması daha iyiydi, en azından giyinene kadar. beyaz pantolonumu üzerime geçirmiştim çoktan. gömleğin içinden korse giymem gerekiyordu, aksi takdirde istediğim gibi gözükmeyecekti. sorun korsenin sırtındaki çapraz iplerdi. eğer heeseung'ı çağırırsam beni güzellik uğruna böyle bir şey yaptığım için azarlardı. yeri geldi aklıma, üzerime elime gelen gömleği geçirip koridora çıktım. mutfakta yeri'ye seslendim. cevap alınca onun yanıma çağırdım.
"bir dakika benimle yukarı gelmen gerekiyor."
"hemen geliyorum, ellerimdekileri bırakmama izin verin." elindeki bezi tezgaha bırakıp hızlıca yanıma döndü. birlikte ve çıt çıkarmadan odama çıktık. "ağabey, sorun ne? neden çağırdın beni?" eline deri ile kaplanmış demirden korseyi tutuşturdum. "bağlaman lazım, yalnız yapamam." bir bana bir korseye baktı.
"bence korseye ihtiyacın yok, kendine eziyet etmemelisin."
"yeri... sadece bağla." başını salladı ve kısık sesle beni onayladı. önce korseyi belime oturtmuş, ardından sırtımdaki çapraz ipleri sıkıca bağlamaya başlamıştı. her bir düğümde nefes alışverişin daralıyordu. son ipi bağlayınca eline bir makas alarak uzun gelen ipi kesti. ipin ucunu makyaj masasının üzerindeki çakmak ile yaktı. aynadan yansıyan görüntüme baktım. eskiye göre çok daha iyi gözüküyordu. gömleğimi üzerime geçirince gerçekten de iyi durmuştu. her ne kadar nefeslerimden ve rahatlıktan feda etmiş olsam da memnundum. yeri hazır odaya gelmişken saçlarımı da şekillendirdi. yeri'ye içtenlik ile birkaç teşekkür ettim. o da işleri olduğunu söyleyip odadan çıktı. odanın kapısındayken onu heeseung'a bir şey söylememesi hakkında tembihledim. o çıktıktan sonra koyu mavi ceketi giydim. önce düğmeleri ilikledim, sonra beyaz fuları boynuma taktım. siyah bir elmas broşu fuların üzerine iğneledim. çizmelerimi giyerken heeseung'ı görmeyi çok istiyordum, bana beyaz bir takım giymek istediğini söylemişti. aynadan son kez yansımama baktım. iyi duruyordum, kısmen. normalde bu kadar şık giyinen biri değildim. daha çok gömlekler ve bol pantolonlar benim giysilerimdi.
odadan çıkıp çıkmamak konusunda emin değildim ve endişeliydim. elim kapı kulpuna gidip geliyordu. ben kapıyı açamadan kapı açıldı ve içeri sevgilim girdi. gözlerimi büyüterek ona baktım. bu halime gülümsedi. "çok güzelsin..." kısık sesle mırıldandım. beni duyduğunu biliyordum. gülümsemesi büyüdü. "hayır, sensin güzel." utanmıştım, yanaklarım kızardı. ellerimi yanaklarıma koyup arkamı döndüm. heeseung arkadan belimi sarmaladı. boy aynasının önünde aynadaki yansımamızı izliyordum. tamamlıyorduk birbirimizi. her şeyimizle... ellerimiz, dudaklarımız, bedenlerimiz, kalplerimiz ile. belimdeki ellerinin üzerine ellerimi koymuştum, parmaklarını hafifçe okşuyordum. alnını başımın arkasına dayamıştı. sıcak nefeslerini ensemin üzerinde hissediyordum. "yine aklımı başımdan alıp gittin, ne yapacağım ben?" derin sesini duydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
chessman - heehoon
Fanficölüm melekleri, yalnızca ecel vakti gelmiş olan ruhları avlamalıdırlar. kâhyalarsa sadık bir gölge gibi efendilerini takip edip onlara itaat etmelidirler... bu yüce amaçların her ikisine de ihanet edişini izlemek, tam anlamıyla mide bulandırıcı. #1...