4 - as red as blood.

490 70 112
                                    

! tw : bu bölüm kan ve şiddet unsurları içeriyor. rahatsız oluyorsanız okumamanız önerilir.

cehennemden daha beter bir günün öğle yemeğinde ben, jungwon ve jungwon'un teyzesi barones seulgi dalles-burnett büyük masada oturuyorduk. karşımdaki orta yaşlı kadın, tamamen kırmızılar içindeydi. kırmızı şapkası, kırmızı elbisesi, kıpkırmızı saçları ile madam red ismini sonuna kadar hakediyordu. artık tabak çanak kırılma sesi melodiye dönmeye başlıyordu. teyzesi seulgi'nin insanüstü sakar kâhyası elinden sürekli bir şeyler düşürüyordu. heeseung yemek servisi yaparken ondan yandaki tabakları istemiş, sonucunda avuçlarında zeminin üzerinde un ufak olmuş porselen parçaları kalmıştı. kâhyasının eline aldığı her şeyi birkaç parça edişine karşılık, efendisine yargılayan gözlerle bakıyordum.

genç kâhya, son derece deneyimsiz ve utangaçtı. tabaklar kırılınca paniklemiş, ellerini kırıkları toplamak için attığında elleri kanla kaplandı. midemi zar zor yatıştırdım. altın işlemeli kadehleri kırmak üzereyken heeseung, tepsiyi ve üç bardağı havada tutmuştu. isminin jake olduğunu öğrendiğim kâhya ise daha da kabuğuna çekilmişti. mademki birkaç tabağı bile elinde tutamıyordu, efendisi neden hâlâ onu yanında tutuyordu? bu sadece kâhyası için değil, kendisi için de büyük bir utançtı.

"jungwon..." ev sahibim bakışlarını yemeğinden teyzesine çevirdi. "... heeseung son derece becerikli ve görgülü bir kâhya ve jake'in hali de malum. birkaç gün sizin yanınızda kalsa ve heeseung ona eğitim verse? rica ediyorum kabul et yeğenim."

"pekâlâ... nasıl isterseniz." jungwon'un onayı ile kadın kâhyasına baktı. jake, heeseung'ın birkaç adım gerisinde bekliyordu.

dirseklerimi masaya koyup parmaklarımı masanın üzerine birbirine kenetlendim. dünün aksine bugün hiçte rüya gibi geçmiyordu.

dün... heeseung ile resmi tamamladıktan sonra bahçeyi geziye çıkmıştık. onun şarkısına karşılık ben de piyanonun başına geçmiştim. kendi bestelerimden birini çalarken bir şarap açmış, beni dinliyordu. biraz şarap içtik, sonrasında atölyenin şöminesinin karşında, ne zaman hatırlamadığım bir şekilde uyuyakalmıştım. uyanınca karşımdaki koltukta kitap okuyan bir heeseung görmeyi beklemiyordum. beni mâlikeneye bırakırken jungwon gölgelerin arasından görünmüştü. sonbaharın soğuk gecelerinden dolayı üzerine pançosunu alıp çıkmışlardı. odama giden yolu, ayrılalı birkaç dakika olmasa bile heeseung'ı özleyerek geçirmiştim. yeniden uykuya dalarken dahi yanımda olmasını istiyordum.

ve şimdi buradaydım. sandalyenin üzerinde rahatsız kıpırdandım. heeseung'ın dikkatini çekmiş olacağım ki gözleri anında beni buldu. jungwon ve madam red, dalles - phantomhive iş ortaklığı dışında pek bir konu konuşmuyorlardı.

"fransa'dan geldiğinizi duydum efendi odette, sizinle tanışmak ne büyük bir onur."

"düşüncelerimizin karşılıklı olması ne güzel madam dalles-burnett." kadın kibarca gülümsedi, ona karşılık bende gülümsedim. onlar yine sıkıcı sohbetlerine geri dönerken sıkıntıdan yemek takımlarını incelemeye hazırlanıyordum. önümdeki tabağı bir taraftan hafifçe kaldırıp altına baktım. sonra çatalları, kaşıkları, inanır mısınız bilmem bıçakları bile inceledim.

heeseung'a döndüm. gözlerinin altından, yüzündeki noksansız gülümseme ile beni izliyordu. bakışlarımı kaçırdım. dudakları daha yukarı kıvrıldı. jake'e gözlerimi çevirdim. zaten ufak olan bedeni daha da küçülmüş, her an madam seulgi'nin emrini bekliyor gibi hazır duruyordu. riki nefes nefese kalarak yemek odasının kapısından girdiğinde bu sıkıcı öğle yemeğinin bittiğini anlamıştım.

chessman - heehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin