16 - the puppeteer's poor soul.

285 46 28
                                    

phantomhive malikanesine geri dönmüştük ve jungwon ile benedetta'yı hâlâ bulabilmiş değildik. heeseung üzerindeki gömleği ve beyaz giysileri çıkarıp gündelik takımını giydi. takım elbiseyi ve korseyi çıkarıp bir gömlek ve pantolon giydim. üzerime bir palto almış ve evden çıkmıştık. yanımızda pluto da vardı. yeri ve riki çok endişeliydi. efendileri ortalıkta yoktu ve baş kahya resmen deliye dönmüştü. jake'in tarifi ile nihayet az önce ayrıldığımız yerleşkenin dışında bir yere geldik. şatonun ana kapısı önümüzdeydi.

"onu neden yanına aldın?" diye sordu jake. heeseung ayaklarına dolanan pluto'ya baktı ve yürümeye başladı. beyaz saçlı çocuk da onunla yürüyordu. büyük kapının önünde durdu. "dünyadışı bir güçle mühürlenmiş olan bu kapıları, sadece cehennemin bekçi köpeklerinden biri açabilir." pluto'nun tasması parlıyordu. bir yandan da bir güç sanki onu içeri çekiyordu. kapı da parlayarak açıldı ancak pluto bir anda iblis köpek formuna dönüştü ve koşarak içeri girdi.

"neden girmesine izin verdin?"

"içeride bize önderlik edecek." pluto, ikiye ayrılan merdivenlerin birinden çıkmaya başladı. üçümüz de acele ile merdivenleri çıktık. sonunda kapıyı açtığımızda içeride jungwon ve benedetta'yı gördük. derin bir nefes verdim. jungwon'un yanına koşmuş, omuzlarından onu sarsmıştım. "jungwon, jungwon, jungwon..." üç dakika kadar süren seslenmelerimin sonunda sesim git gide kısılmaya başladı. uyanmıyordu, ses seda yoktu. benedetta onun yanında sessizce ağlıyordu. kafamı heeseung'a çevirecekken bir inilti duydum. jungwon gözlerini kırpıştırarak açtı. "odette..." sesi titriyordu.

"jungwon! şükürler olsun, şükürler olsun."

"ne oldu heeseung? hiçbir şey hatırlamıyorum─" yukarıdan inen ışıltılı, ince bir ip jungwon'un koluna dolandı. onun ufak bedeni yavaşça havaya kalkıyordu.

"neden bedenim kendi kendine hareket ediyor? ayrıca, neden sevdiğim birine zarar vermeye çalışıyorum?" yan tarafta duran şövalye zırhının elindeki uzun saplı balta dönerek jungwon'un ellerine gelmişti. jungwon, hayır jungwon değildi. bedeninin kontrolü onun elinde değildi. baltayı üzerime doğru savurunca heeseung beni kolları arasına almış, geri çekilmişti. jungwon ağlayarak durması için bağırıyor, elinde olmadan saldırısına devam ediyordu. "jake!" jake yan taraftaki masaya kalçasını dayamış, tırnakları ile uğraşıyordu. "jungwon'u görüyor musun?"

"sanırım evet." ilgisi hâlâ heeseung'ın üzerinde değildi. tırnaklarını törpülemeye devam ediyordu. "bana yardım et!"

"oh, pekâlâ. heeseung-ie bu iş bittiğinde beni öpücük ile ödüllendirecek misin?" dudaklarını büzdü. ölüm ile resmen dans ediyorduk ve o aptal ölüm meleği inanılmaz rahat davranıyordu. heeseung'ın sert bakışları ölüm meleğini hedef aldı. jake irkilmiş, elindeki makasları yine savurmuştu. heeseung onun jungwon'a karşı hamle yaptığını zannetse de jake ince kukla iplerini kesmişti. jungwon'un bedeni yere düştü. bu sefer jake, heeseung ve benim bedenlerimiz ince kukla ipleri ile sarılmıştı.

"gümüş... kukla yapmak için ne kadar ucuz bir malzeme. hiç sağlam bir malzemeden yapılmamışsın lord odette." kuklacı yukarıdan konuşmaya devam ediyordu.

"sen neyden yapıldın, peki?" kuklacı bir süre düşünürmüş gibi sesler çıkarttı. "ben sanırım... bir insanım. et ve kemikten yapıldım. ama bir süredir kulaklarımdan beyaz kurtçuk dökülüyor."

heeseung o konuşurken ayağı ile yanındaki uzun baltayı çekiyordu. uzun sapın en altını ayağının üzerine koymuş, hızlıca baltayı ayağı ile yukarı itmişti. "ah!" üzerimize dolanan ipler sözülmüştü. heeseung baltayı yeniden eline almış, tek sıçrayışta yukarı çıkmıştı. bir süre sonra kâhyanın bedeni yere düştü.

chessman - heehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin