Harry'nin ayakları sert zemine bastı. Çevresine bakınca, Dumbledore'un odasına gelmiş olduğunu gördü. Müdürlerle müdirelerin portreleri, başları koltuğa ya da resmin kenarına dayalı, çerçevelerinde şekerleme yapıyorlardı. Harry pencereden dışarı baktı. Ufuk boyunca serin, açık yeşil bir çizgi uzanıyordu, şafak sökmek üzereydi. Odadaki sessizlik ve dinginlik, Harry'ye dayanılmaz geliyordu. Çevresi onun duygularını yansıtabilseydi eğer, resimler acıyla feryat ediyor olurdu. Sessiz, güzel odada gezindi, hızlı hızlı soluk alıyor, düşünmemeye çalışıyordu. Ama düşünmesi gerekiyordu... bundan kaçış yoktu...
Sirius ölmüştü... Ve Voldemort'un hortkuluğuydu... İçinde Voldemort'un ruhundan bir parça vardı... Birden gördüğü rüyalar bir anlam kazandı. Voldemortla başka hiç kimsenin birbirine bağlı olmadığı gibi bağlıydı. Tahammül edilmezdi, düşünmeyecekti, dayanamıyordu... Dahası Sirius gitmişti. Gerçekten ölmüştü. İçinde, hissetmek ya da incelemek istemediği korkunç bir boşluk vardı. Sirius'un olduğu yerde, Sirius'un yok olduğu yerde karanlık bir delik vardı. Dayanılmazdı... O lanet cadıyı öldürmeliydi.
Arkasındaki bir resim gayet yüksek sesli, homurtulu bir horlama koyverdi ve sakin bir ses, "Ah... Harry Potter..." dedi. Phineas Nigellus Black uzun uzun esnedi, kısılmış gözleriyle Harry'yi izlerken kollarını uzatıp gerindi."Ee, seni sabahın erken saatlerinde buraya getiren ne?" dedi sonunda.
"Sirius öldü." dedi Harry. Sirius'un ölümüne üzülebilecek tek akrabasının bir portre olması ne acıydı. Zira o akrabalardan birinin elinde ölmüştü. Sirius çok acımasız bir hayat yaşamıştı. Ailesi tarafından dışlanmıştı. Arkadaşı tarafından ihanete uğramıştı. Yıllarca Azkaban'da kalmıştı, masum olmasına rağmen. Ve sonunda çıktığındaysa bir kaçaktı ve sadece iki sene daha yaşayabilmişti.
"Ah..." dedi Phineas Black. "Başın sağ olsun çocuğum."
Harry kendini Dumbledore'un masasının önündeki koltuğa attı. Ne bekliyordu ki? Ölü bir adam bir başkasının ölümüne üzülemez. Eli hala hafif hafif kanamakta olan yara izine gitti. Lanet olası bir hortkuluktu! Harry kendinden iğrendi, buna dayanamazdı, artık kendisi olmaya dayanamazdı... Kendini asla, kendi başı ve bedeninde böyle hapsolmuş hissetmemişti, başka biri, herhangi biri olmayı hiç bu kadar şiddetle istememişti...
Boş şömine zümrüt yeşili bir alevle parladı, Harry kapıdan uzağa zıplayıp, şömine ızgarasında dönüp duran adama baktı. Dumbledore'un uzun bedeni ateşte belirirken ,şömineyi çevreleyen duvarlardaki müdürler ve müdireler sıçrayarak uyandılar, çoğu bağırıp ona hoş geldin dedi.
"Teşekkür ederim." dedi Dumbledore yumuşak bir sesle.
"Ee... Harry..." dedi Dumbledore. "Öğrenci arkadaşlarından hiçbirinin bu geceki olaylar nedeniyle kalıcı bir hasara uğramayacağını duymaktan memnun olursun sanırım."
Harry, "İyi." diye homurdandı. Bu adama katlanamıyordu. Bu gece olan onca şeyden sonra durumdan memnun gibi görünmesine katlanamıyordu. Elbette mutlu olurdu. Bakan kendi gözleriyle Voldemort'u görmüştü. Artık bunak bir ihtiyardan ışığın kurtarıcısı rolüne geri dönebilirdi. Okul müdürlüğü pozisyonunu da geri aldığına hiç şüphe yoktu. Ancak bu, onu bütün sene görmezden geldiği, ona kehanetten bahsetmediği gerçeğini değiştirmiyordu!
"Madam Pomfrey herkesi tedavi ediyor." dedi Dumbledore. "Nymphadora Tonks'un kısa bir süre St. Mungo'da kalması gerekebilir, ama anlaşılan tamamen iyileşebilecekmiş."
Harry sadece, dışarıdaki gökyüzünün rengi açıldıkça daha fazla ışık alan halıya başını sallamakla yetindi. Odadaki bütün portrelerin, Dumbledore'un ağzından çıkan her kelimeyi hevesle dinlediklerinden, Dumbledore ve Harry'nin nerede olduğunu ve insanların neden yaralandığını merak ettiklerinden emindi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Benimsin
FanfictionBeşinci senenin sonunda Voldemort, Harry'nin bedenini ele geçirmek istediğinde bir şey keşfeder. Harry Potter onun hortkuluğudur ve bu her şeyi değiştirir.