Jihyo; yirmi birinci yüzyılda hâlâ dinine çok bağlı olan bir ailede, rahibe olarak yaşamaktan sıkılmıştı. Ruhu ölüden farksızdı kendince.
Sana ise her haftasonu kiliseye gelirdi.
Ona omuz silkerek bahçedeki çiçeklerimi sulamaya devam ettim. Normalde her hafta sonu gelen kadın artık her gün geliyordu ve sürekli benim başımda duruyordu.
"Benim adım Sana. Japonya'dan geldim buraya."
Önümdeki çiçeklerden ona doğru döndüm, yüzünü bir müddet inceleyip tekrar çiçeklere döndüm. Aslında Koreli olmadığını anlamam gerekirdi.
Bu hareketimden şikayetçi olduğunu birkaç mırıltıyla belirtti. "Senin de adın Jihyo, evet."
Tekrar ona döndüğümde hafifçe gülümsedi. "Diğer rahibelerden öğrendim. Sana kalsa bilemezdik zaten."
Diğer çiçeğin toprağını ellerimle düzeltirken hiçbir şekilde ona dönmeyecek durdum öyle. Sürekli konuşup duruyordu, bu ses benim için oldukça fazlaydı.
Sitemle kızıl saçlarını siyah elbisesine uyan kırmızı tırnaklarıyla düzeltirken omuz silkerek yanımdan ayrıldığında merakla arkasından bakındım.
Duvarın kenarında duran su kabını alarak bana baktı, gülümseyerek yanıma geldiğinde göz devirerek önüme döndüm.