Elleri artık çok çalışmaktan nasır tutmuş, bacakları sanki tonlarca kilo kaldırıyormuş gibi titriyordu. Yorgunluğu tarif edilemezdi ama her şey gibi yediği bu haltta cezasız kalmamıştı. Fazlasıyla sert ve disiplin sahibi bir babaya sahip olmanın şansızlığını çekiyordu. Bu katlanılamazdı.
Dışardan bakan kesin onu üvey evlat falan zannederdi. Şu hayatında bir kere bile ailesinin derinden, içten gelen sevgi sözcükleri duymamıştı. Fakat kendisinin aksine çok şanslı birisi vardı. Üstelik üvey çocuk olan oydu! Hak ettiği sevgiyi elinden çalmışlardı.
Soğuk havayı aldırış etmeden önündeki fermuarı indirdi. Şimdi büyümüştü o yüzden yanında onu azarlayacak bir annesi yoktu. Ah.. o aptal bir çocuk olduğu zamanlarda yoktu. Cebinden bir dal tütün çıkardı. Üstündeki kıyafetler, dağınık saçları ve elinde tuttuğu dal adeta ben fakirim diye bağırıyordu. Oysa çok fakirde değillerdi. Sadece yeterli harçlık ve maaş alamıyordu ve birazda okumamanın cezasını çekiyordu.
Tütünü ağzına koydu ve ucunu tutuşturduktan sonra çektiği dumanı dışarı yavaşça verdi. Kalabalık caddeyi sakin adımlarla geçerken gözleri her zamanki gibi o apartmanı buldu. Üçüncü kat.. kendisinden büyük olduğu belli olan kadın balkona oturmuş ağzında sigarasını tüttürüyor ve karşısındaki adamı tam odak dinliyordu. Yamaç buradan geçerken hep onun yaşını düşünürdü. Otuz vardı ama kırk değil. Otuz dört..? Ne önemi vardı ki, çok fazla merak ediyordu. Fakat kadının huzur verici bir güzelliği olduğu gerçekti. Belki halk dilinde sapık olarak nitelendirilebilirdi ama bu hayatına kattığı küçük bir aksiyondan fazlası değildi onun için. Doğrusu insanların ne düşündüğünü umursayacak kadar ince bir yapıya sahip değildi. Belki de gerçekten sapıktı.
Sokağa dönünce cebinde titremeye başlayan telefonu eline aldı. Ekranda yazan 'Baba' yazısını görünce gözlerini kısıp elindeki tütünü parmaklarının arasına aldı. Açıp cihazı kulağına götürdü. "Efendim." dedi aceleci olmayan bir ses tonuyla. Az çok ne için aradığını tahmin edebiliyordu. Karşı taraftan bir kaç kuru öksürük sesi geldi ve en sonunda "Nerede kaldın?" diyebildi orta yaşlı adam.
"Geliyorum bizim sokağın oraya girdim şimdi."
"Dışarlarda sürtme, çabuk geç eve."
Ve ardından yüzüne kapanan bir telefon. Umursamandan eski cihazı cebine koyduktan sonra yürümeye devam etti. Evine yaklaştıkça artan gürültüler, havada uçan bağrışmalar kaşlarını çatmasına sebep oldu. Zaten bitti bitecek olan tütünü yere attı ve sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Hayra alamet değildi.
"Öldürürüm lan seni, şerefsiz!"
Nefes nefese kaldığı zaman adımlarını yavaşlattı ve kapılarının önündeki kalabalığı merakla geçti. Üzerinde bir bıkkınlık vardı. "Bir daha kardeşimin yanına yaklaşmayacaksın!"
Üvey kardeşi Alpay yüzünde yamuk bir sırıtmayla yakasına yapışmış olan adamın tehditlerini dinlerken oldukça eğleniyor gibiydi. Yamaç kardeşi olacak adamı çatık kaşlarıyla baştan aşağı süzdü. Beyaz gömleğinin kolları kırışmış ve düğmelerinin bir kaçı açılmıştı. Ayakta duramıyor gibiydi. Adam yakasını bıraksa kesinlikle yere düşecekti. Kafasının güzel olduğu belliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hayalet
Teen FictionHani demiştim ya, benim defterimin sayfaları çoktan kapanmıştı. Kaderin artık benimle bir işi yoktu. Öylece yaşayıp gideceğim diye.. İşte o gün; tam orada aslında benim defterimin bırak kapanmayı daha sayfalarının açılmadığını bile yeni anlamıştım...