2. Bölüm: Buz Evin Buzdan Duvarları

43 25 0
                                    


Yol boyunca Temel Reis'in sözleri hortum gibi aklımda dönüp durdu. Başından sonuna kadar haklıydı. Kendimle ve hayatımla barışmalıydım. Sonrasında zaten su akar yolunu bulurdu. Tabii, bunu başarmak için öncelikle hayatımdaki insanları affetmem gerekiyordu. Tek kötü yanı babamı nasıl affedeceğimi henüz bilmiyordum. Veya beni onun yanına gönderen annemi.

Annem ve babam ben beş yaşındayken boşandılar. Babam on iki yaşıma gelene kadar beni ve benden üç yaş küçük kız kardeşim Tuvana'yı görmeye devam ederdi. Sonrasındaysa sadece Tuvana'yı. Boşandıklarından beri babama karşı hep duvarlarım vardı. Asla beni gerçekten tanımasına izin vermedim. O zamanlar annemi bırakmasının, kız kardeşim ve beni bırakmak anlamına gelmediğini anlamak için fazla küçüktüm. Bu yüzden görüşmelerimiz pek pürüzsüz geçmezdi. Bizi bıraktığı için kızgındım ve haliyle kırgınlığım huysuz, uyumsuz tavırlarımı peydahlamıştı.

Işık Aslan sorunlarından kökten kurtulmaya severdi. Hiçbir zaman fedakar ve özverili bir anne olmamıştı. Sanırım babamın onu terk etmesinin başlıca nedeni de buydu. Her ne yaparsam yapayım, günün sonunda en çok umursadığı kişi yine kendisi olurdu. Gözü üvey babamın eline tutuşturduğu limitsiz kredi kartları dışında bir şey görmez. Hemen arkasından bir Bali tatili ve puf! Eve döndüğünde bizim için önemli olan hiçbir şeyi hatırlamazdı. Puf, onu anlatmak için en doğru kelime olurdu. Çocukluğumdan beri tüm önemli anlarımda hep kendi çıkarlarlarını tatmin edecek başka bir olay ya da durum için puf diye ortadan kaybolurdu. Bu yüzden Tuvana'yı kendi başıma büyüttüğümü de söyleyebilirdim. Şimdi ise ondan kilometrelerce uzakta olmak yüreğimi dağlıyordu.

Öte yandansa Kaya Yaman... Annemin her ne kadar umrunda değilsem babamın bir o kadar umrundaydım. Canı istediği zaman. Tek yaptığı yaptıklarıma karışmaktı. Beş senedir görüşmediğimizden benimle nasıl iletişim kurması gerektiğini bilmiyordu. kızını bu kadar sıkması kelepçe etkisi yaratıyordu.

Kasabanın iki üç katlı müstakil evlerin olduğu banliyo mahallesine geldiğimde ayaklarım geri geri gidiyordu sanki. Hayıflanmayı bırakıp verandanın merdivenlerini tırmanmaya koyuldum. Anahtarı beyaz ahşap kapının deliğine geçirip kulbu döndürerek kapıyı araladım. Yüzüme çarpan ahududulu ve yaban mersinli pankek kokusundan babamın uyandığını anlamıştım.

Ahududulu pankekleri sevdiğimi ona söylediğimi hatırlamıyordum. Tuvana'ya sormuş olmalıydı.

Küçüklüğümden beri değişmeyen tek bir şey varsa o da bu pankeklere olan sevdamdı. Görünüşe bakılırsa babam da bunu unutmamıştı. Aslında bu hareketini bir ateşkes girişimi olarak algılayabilirdim, ama aceleci davranmamakta fayda vardı. Kapıyı sessizce kapatıp anahtarı anahtarlığa astım ve parmak ucumda merdivenleri tırmanmaya koyuldum. Fakat maalesef ki görünmeden yukarı çıkacak kadar şanslı değildim.

"Kahvaltı hazır. Soğumadan yemek istiyorsan hemen ellerini yıka ve sofraya gel," dedi buz gibi bir sesle.

Söylemiştim. Aceleci davranmamak lazımdı. Yüzüne bakmadan ayaklarımı eski ahşap merdivende vura vura yukarı çıktım.

Yılların getirdiği yalnızlık onu tam bir buz adama çevirmiş olmalıydı. Çünkü son bir aydır aynı evde yaşayan iki yabancıdan öteye gidememiştik. Bunu kolaylaştırdığımı söyleyemeyeceğim ama yine de yılların mesafesinin ve ilgisizliğinin telafisi olarak peşimde koşması falan gerekmez miydi? Filmlerde genelde öyle oluyordu. Ne yazık ki gerçek hayatta işler ne yazık ki filmlerde olduğu kadar yolunda gitmiyordu.

Bilerek ağır aksak hareket ederek eşyalarımı duvar kağıtları kabarıp kalkmış, rutubet kokan odamın köşesine rastgele bıraktıktan sonra hayıflanmamak adına çaba göstererek odaya bir kez daha bakmadan çıktım. Buz adam odamı istediğim gibi dekore edebileceğimi söylemişti ama onu dekore etmemin burada kalacağım, Tuvana'dan uzakta geçireceğim günlerin sayısını arttıracağını hissettiğimden bir türlü yapamamıştım.

PORSELEN KALPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin