Princess Park

339 42 76
                                    

Princess Park. Evimiz.

Harry kararmış olan ve yağmur çiseleyen havayı es geçerek hızlıca arabasına bindi ve evlerine doğru yola çıktı. Bedenini saran gerginlik vücut fonksiyonlarını harekete geçirse bile zar zor evlerine ulaştı. Yağmur artık bardaktan boşalırcasına yağıyordu.

Harry arabasını park edip hızlıca arabadan çıktı ve kapıyı yumrukladı. Evet, yumrukladı. Louis bunu beklermişçesine ikinci saniyeden kapıyı açtığında Harry'nin yeşillerine baktı. O çim yeşillerinin üstündeki ıslanmış damlaları gördü adeta. Sulanmış gözlerin parlaklığı Louis'yi yansıtırken geri çekildi ve eve girmesi için yer açtı.

Harry eve girdiğinde özlediği lavanta kokusunu içine çekerken nefesinin titrediğini hissetti. Uzan zaman olmuştu bu eve girmeyeli, bu kokuyu almayalı, evin her köşesinde anıların depreşmediği. Sahi, ne zamandır bu eve girmiyordu?

O kadar korkuyordu ki bu eve girmeye, bu kokuyu almaya ve tüm anıları zihnine tekrar ve tekrardan, asla kızılı değilmiş gibi kazımaya. Her köşede bir anıları vardı. Bu anılara da mı kıymışlardı zamanında? Nasıl kıymışlardı? Olmamış gibi mi davranmışlardı? Yoksa cidden bu kadar değer bilmeyen insanlar mıydı?

Harry sulanmış gözleriyle etrafı bulanık görüyor olsada ezberlediği yerler olduğu için zihninde çok net görebiliyordu.

"Neden buraya çağırdın beni? Sen neden buradasın? Neden telefonlarımı açmadın? Neden yaptın bunu?!"

Harry hararetle ama bir yandan da kırık sesiyle konuştuğunda hala Louis'ye değil, Louis ile biriktirdiği anıların olduğu yerlere bakıyordu. Her yere.

"Burası senin için ne ifade ediyor, Harry?" diye sordu Louis. Sesi içinde hissettiklerine o kadar zıttı ki nasıl bu kadar rahat konuşabildiğini düşündü.

Harry kaşlarını yarı çatmış, burada ne döndüğünü anlayamazken konuşacak gibi oldu ama ağzı tekrardan kapandı. Burası onun için ne mi ifade ediyordu?

Burası onun için yarım kalınmışlığı ifade ediyordu. Acıyı ifade ediyordu. Koca bir okyanusu, o okyanusta boğlan kendisi ve Louis'yi, ağlamaktan sırılsıklam olan yastıkları, teselliliği, inancı, olmayan ama oldurtmaya çalışılan bir umudu ifade ediyordu.

Ama bir yandan, hala koca bir okyanusu, ama bu sefer beraber kurtulduğu Louis'yi, bazen hafif, bazen ise sert dokunuşları, öpücükleri, sarılmaları, o lavanta kokusunu, akşam yapılan yorgunluk kahvesini, beraber bitirdikleri dizileri, sahiplendikleri ama artık huzurla uyuyan köpeklerini ve çok daha fazlasını da ifade ediyordu.

O yüzden tek bir kelime çıktı ağzından. Kurabileceği öz ve tek doğru cümleyi,

"Her şeyi."

Louis tek kaşını kaldırırken kurumuş dudaklarını da buruşturdu. "Her şeyi demek..." dedi şöminenin önündeki sandalyenin etrafında dolaşırken. Sesi otoriter çıkıyordu. "Mesela Harry?"

Harry hala ne olduğunu anlayamıyordu. Ne yapmaya çalıştığını kestiremiyordu ama sonuca hızla ulaşmak için cevap vermeyi doğru buldu.

"Senin için 'her şey' olan her şeyi."

Louis başını salladı. "Acı yani," dedi. Sesi korkutacak derecede umursamaz çıkıyordu. "Ben bu eve baktığımda sadece acıyı görüyorum, Harry. Benim için 'her şey' acı."

Harry idam kararı alınan bir mahkum gibi hissediyordu. Boynuna asılan ip; Louis'nin sözleri, hala onu hayatta tutan sandalyeyi iten ise Louis idi. Ve Louis o sandalyeyi itmiş, sözlerinin Harry'i boğmasına izin vermişti. Sözlerinin Harry'nin nefesini kesmesine izin vermişti. Sözlerinin Harry'i öldürmesine izin vermişti.

QUERENCİA// L.SHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin