2

163 22 0
                                    

sep/1964

sana hâlâ neden yazdığımı bilmiyorum. iki senedir hiçbir mektubuma geri dönüş almadım. mektuplarım sana ulaşıyor mu onu bile bilmiyorum. her gün postaneye uğruyorum. ya senden bir mektup ya da ölüm haberini öğreneceğim. her seferinde ikincisi olacak diye ödüm kopuyor. ayaklarım geri geri gidiyor bazen. iki senedir bu korkuyla yaşadığıma inanamıyorum. iki senedir seni beklediğime de inanamıyorum. inanamadığım bir çok şey var minho. bilirsin, kafam hep biraz bulanıktır.

her gün kiliseden tabutlar çıkıyor. savaşta hayatını kaybedenleri getiriyorlar. bazılarını daha tabuta konmadan görme imkanım oldu. korkunçtu minho, tamamen korkunçtu. vücutlarındaki yaralar, delik deşik izler. bazılarının kolları ve bacakları yoktu. yüzleri tanınmayacak haldeydi. korkuyorum minho. bir gün o tabutta seni göreceğimden korkuyorum. her gün bu cesetlerden kaç tanesini görüyorsun orada?

gelen bir sürü ölüm haberi ve mezara taşınan sayısız tabuttan sonra kasabada herkes umudu kesti. senin bile ölü olduğunu düşünüyorlar. ailen bile artık öldüğünü düşünüyor minho. sana mektup yazmayı bırakmışlar. sana mektup yazan yegane insan benim. rosaline'dan öğrendim bunları. kendisi çok konuşur bilirsin. onu hatırlıyor musun? sizin evin yanında kalıyordu. mektuplarımı postaneye vermesi için ondan rica ediyorum her seferinde. bazen beni geri çevirdiği oluyor. böyle anlarda mektubu kendime saklıyorum ve bir kaç gün sonra yeniden soruyorum ona. inatla sana neden yazdığımı merak ediyor. o da senin şimdiye kadar öldüğünü düşünüyor. ona bir kaç yalan uyduruyorum her seferinde. çok sevdiğim bir arkadaşım olduğunu sanıyor. bu yalana çok kolay bir şekilde inanıyor çünkü kasabada kimseyle arkadaşlık etmezdim. sadece sen vardın. ilişkimizi kimse bilmiyordu. bilseler, senin savaşa gitmene gerek kalmazdı. bizi oracıkta öldürürlerdi. belki de böylesi daha iyi olurdu. en azından sana böylesine hasret duymazdım. kollarında ölmek güzel olurdu. vücutlarımız gibi ruhlarımız da sonsuza kadar bir birine bağlı kalırdı.

rosaline senden nasıl da hoşlanıyordu. o parlak turuncu saçları ve kahverengi kareli elbisesiyle yanından kur yaparak geçtiği günler hâlâ aklımda. bir kaç kez dönüp baktığın olmuştu kıza. fakat daha ilerisine geçmemiştiniz. turuncu saç sevmezdin sen. rosaline'ı sevmezdin. beni seviyordun. beni ve siyah saçlarımı.

nasıl olduysa senden umudu kesti kendisi. ilk gittiğin bir kaç gün biraz göz yaşı dökmüştü. benim okyanuslarım karşısında çiseleyen yağmurdan farksızdı. belki de ona hiç şans vermediğin için unuttu seni. ya da seni yeterince sevmiyordu. yaz aşkı olsun istiyordu sanırım. şu an kasabadaki iri yarı oğlanlardan biriyle çıkıyor. adam çok kaba birisi. senin gibi değil. kimse senin gibi olamazdı zaten. okuldaki kabadayılardan biri kendisi, hani saçları sürekli jöleli olan, belki tanıyorsundur. nasıl tanımazsın ki? sen herkesi tanırdın. herkes de seni. oysa şimdi sanki sadece benim hayal dünyamda yaşıyormuşsun gibi hissediyorum. kimse adını ağzına almıyor, kimse seni konuşmuyor. sanki şu ufak kasabada minho diye biri yaşamamış gibi davranıyorlar. sinirlerimi bozuyor bu durum. ölmediğini biliyorum. ya da öyle bilmek istiyorum.

sana hâlâ neden yazdığımı bilmiyorum.

remember | hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin