nov/1964
eskiden yanında hep cam şişede kola bulunurdu. şimdilerde ne zaman görsem aklıma seni getiriyorlar. tüm kasaba senden ibaret sanki. nereye baksam seni görüyorum. her yerde biraz sen var. en çok da bende.
sonra bir tane olan şişe iki tane olmaya başladı. soranlara ikisini de kendine aldığını söylüyordun. oysa birini hep bana getirirdin. dükkana da sık sık uğramaya başlamıştın. ben her seferinde seni sanki ilk kez görüyormuş gibi heyecanlanırdım. müziklerle ya da plaklarla ilgili sorular sormaya başlamıştın. böylece yavaş yavaş konuşmaya başlamıştık. bu soruları sorarken o kadar aptal görünüyordun ki. hiçbir şey bilmediğin çok belliydi. sırf benimle konuşmak için sorduğun çok belliydi minho. hiç gizleyemiyordun. belki de gizlemeye çalışmıyordun. çalışsan bile ben bilirdim. asla yalan söyleyemezdin. bu çok ilginç bir durumdu benim için; herkese yalan söyleme konusunda ustaydın. bir tek bana yalan söyleyemezdin. seni ele veren şey neydi bilmiyorum fakat yalan söylediğin an anlıyordum. tabii sana belli etmiyordum. üstümde hakimiyetin olduğunu düşünmen hoşuma gidiyordu. hoş, sanki yok muydu?
kolayı sevdiğin kadar alkolü de severdin. şişeden içmeye bayılırdın. bense bardak tercih ederdim. daha güzel görünürdü gözüme. içtiğim şeyin rengini görmeyi severdim. kimseler görmesin diye gece geç saatlerde sahil kenarında oturup içtiğimiz günleri özlüyorum. bardağım boşaldıktan sonra dudaklarından içmeyi özlüyorum. beni sarhoş eden dudaklarına bulaşmış içki değil, dudaklarının ta kendisiydi.
seni özlüyorum minho.