may/1965
sana hâlâ yazmaya devam ediyorum. kendimi aciz birisi gibi hissediyorum. neden sana yazıyorum ki? neden ölmüyorsun minho? neden seni içimde öldüremiyorum? sen bir başkasıyla birlikteyken, ben neden hâlâ seni düşünüyorum? rüyalarımda seni görüyorum. sana sarılıyorum. seni öpüyorum. seni hâlâ öpmek istiyorum. dudaklarını benimkilerin üstünde istiyorum. dokunuşlarını etrafımda hissetmek istiyorum. ne kadar da acizim. karşında hiçbir etkim yok. tamamen senden ibaretim. öyle ki, sen bir başkasını severken ben hâlâ seni seviyorum.
buraya senden ne kadar nefret ettiğimi ve seni asla affetmeyeceğimi yazarsam tanrı bana alayla güler. içimdeki sen, bana gülersin. ben bile kendime gülerim. yüzlerce kez seni affetmeyeceğimi yazsam bile, kasaba girişinde yüzünü görsem dizimin bağları çözülür, biliyorum. üstümdeki etkinden nefret ediyorum. bana gülme.
hâlâ gün içinde seni düşünüyorum. hatta eskisinden de çok. bazen düşündükçe gözlerim doluyor. sonra kendime kızıyorum. senin için artık ağlamak istemiyorum. beni ağlatmanı istemiyorum. seni hâlâ düşünüyorum. daha doğrusu seni ve sevdiğin kızı. charlotte. güzel charlotte. ona da sıkı sıkı sarılıyor musun? geceleri yanında oluyor mu? kulağına onu sevdiğini fısıldıyor musun? savaş bittiğinde onunla birlikte geri döneceğinin vaatini mi veriyorsun ona? beni öptüğün gibi onu da öpüyor musun? bunları düşünmeden duramıyorum. eskiden ikimizin olduğu anıları düşünürdüm. şimdiyse yanında ben değil o var. charlotte var. ve sen beni değil onu seviyorsun.
hatırla minho. birlikte geçirdiğimiz seneleri hatırla. geceleri parmaklarımız bir birine dolanmışken sahil kenarında yürüdüğümüz anları hatırla. bana dokunuşlarını hatırla. bana bakışlarını. ben unutamıyorum. beraber uyuduğumuz anları unutamıyorum. başımı boynuna gömüp uykuya daldığım anlar hâlâ dün gibi canlı zihnimde. saçlarımı okşadığın parmaklarını hâlâ hissediyorum. uzayan saçlarımı kesmeye kıyamıyorum. kesilen tutamlarla birlikte senin dokunuşlarının da gitmesinden korkuyorum. sana verdiğin onca seneyle ne yapacağımı bilemiyorum minho. bir hayat ömrüyle ne yapmalıyım? içinde sen olmadığın bir hayatla ne yapmalıyım? nereye gitmeliyim?
savaş aşkı. ne kadar traji-romantik. zorlu bir aşk. her şeye rağmen devam eden. iki erkek arasında olan sevgiden daha az tehlikeli ama değil mi? savaş aşkı bile iki erkek arasında olan aşktan daha mümkün bir geleceğe sahip. bana yazdığın o mektubu hâlâ saklıyorum. onu bile atamadım. seni içimden atamadığım gibi. ilkbahar da geldi biliyor musun? ağaçlar çiçek açtılar. yeni çiçekler topraktan baş gösteriyor. sen bunları göremiyorsun. ben senin yerine de izliyorum. sen onu izliyorsun. ilkbaharda çiçekli ağaçların altına yanaklarımdaki parmak uçlarını düşünüyorum. yanaklarıma dokunuyorum ve senin dokunuşlarının yerini hissediyorum. vücudumda izlerin var. asla silinmiyorlar. bana öyle narin dokunurdun ki, kırılmaya yüz tutmuş cam gibi hissederdim kendimi. beni kırmaya kıyamazdın. nasıl bu hale geldik? kalbimin en orta yerinde çatlak var gibi hissediyorum şimdi. beni kırmaktan daha kötü bir şeyle baş başa bıraktın. bir çatlakla bıraktın beni. ne kırıldım ne de tamım. çatlaktan ibaretim. bozuk, iş görmeyen, en ufak dokunuşta kırılacak olan bir cam parçası. oysa beni nasıl da usulca öperdin. sen beni her öptüğünde günahlarımdan arınmış gibi olurdum. yaralarımı sarardın, yara açmazdın. sahil kenarında yanaklarımı avuçların arasına alıp dudaklarımızı birleştirirdin. dokunuşların çok inceydi, çok yumuşak. hepsinin altında ezildim.
seni son kez seviyorum minho. vücudum toprağa karışana dek.