mar/1965
dün doğum günümdü. sensiz geçen doğum günüm cenaze gibi hissettirdi. kutlamak gelmedi içimden. kutlamak istemedim. her sene yaptıkları gibi oturma odasını süslediler, katılmadım. pasta kestiler, yemedim. şarkılar söylediler, duymamak için kulaklarımı kapattım. onlar uzun masada yemeklerini yediler, bense odama çekildim. kapımı kilitledim. yatağıma yattım ve kendimi yorganımla sardım. seni hayal ettim. seni ve beni saran kollarını.
doğum günümde bana hep ufak bir kek getirirdin. üstüne renkli bir mum iliştirirdin. sahil kenarında yaktığın mum sönmesin diye elinle önünü kapatırdın. bana dilek dilememi söylerdin. o zamanlar dileyecek bir şeyim yoktu. sen yanımdaydın. şimdiyse ne kadar mum üflersem üfleyeyim dileğim oturma odasının tavanından yukarı çıkamayacakmış gibi hissediyorum.
üflediğim mumu kekten çıkarıp kuma saplardın. kenarındaki kağıdı açarak keki bana uzatırdın. bir kere ben yerken iki kere sana yedirirdim. benim için bu yeterliydi. büyük pastalara ya da süslenmiş odalara gerek yoktu. o ufak kek, renkli bir mum, sahil ve sen. özellikle sen.
ellerini çırparak bana doğum günü şarkısı söylerdin. çocuk gibi görünüyordun. o kadar tatlıydın ki seni öpücüklere boğmak isterdim. neyse ki bu isteğimi sen yerine getirirdin. şarkıyı bitirdikten sonra saçlarımı okşardın. yanaklarıma kelebek öpücükler kondurur ve bana sıkıca sarılırdın. kollarını hâlâ etrafımda hissediyorum.
bana içindeki her şeyi söylemen hep ilgimi çekiyordu. duygularını nasıl böylesine açık bir şekilde söyleyebiliyordun? bunu nasıl başarıyordun minho? beni ne kadar çok sevdiğini her seferinde dile getirirdin. bunu söylemekle kalmaz hareketlerinle de belli ederdin. seninleyken seviliyordum. bense senin gibi değildim. sana seni ne kadar çok sevdiğimi, dünyam olduğunu öyle sık sık söyleyemiyordum. duygularımı dile getirmek benim için zordu. seni içimden seviyordum. her hareketine genç bir kız gibi heyecanlanarak. yanında kelimelerimi bir araya getiremeyerek. sana sevgimi hareketlerimle belli etmeye çalışırdım. sen bana sarıldığında ben daha sıkı sarılırdım. beni bir kere öptüğünde ben seni iki kere öperdim. saçlarımı okşadığında başımı avucuna yaslardım. sana uzun uzun bakardım. içimdekileri görüyor muydun? kahverengi gözlerin güneşte parlarken beni izlediğinde, sanki ruhumu görüyormuşsun gibi hissederdim. beni görüyordun.
o gün de gördün mü? o kalabalığın arasında? nasıl acı çektiğimi gördün mü? gözyaşlarımı içime doğru akıttığımı gördün mü? yoksa senin de görüşün tozla bozulmuş muydu? hepsi birer kötü şanstan mı ibaretti minho? beni değil de seni götürmeleri kötü şans mıydı? hoş, kime sorsan benim adıma bunun iyi bir şey olduğunu söyler. sonuçta kim savaşa gitmek ister ki? sen niye istedin minho? neden benimle birlikte kaçmayı değil de savaşa gitmeyi seçtin? keşke benimle kalsaydın. bunu düşünmeden edemiyorum. keşke diyorum hep. bu kelimeden nefret ediyorum. keşke, keşke, keşke. sana kal demeyi çok istedim. benimle kal, gitme. beni bırakıp gitme. diyemedim. kalır mıydın? desem kalır mıydın minho? gitme desem, benimle kalır mıydın?
dün doğum günümdü. hatırlayıp da kutladın mı? ben kutlamadım.