dec/1964
ilk kar yağdı dün gece. keşke bu güzel manzaranın fotoğrafını çekip sana yollayabilsem. kameran hâlâ evinde mi? başucundaki çekmecede? ne çok severdim kameranı. çok ilgimi çekerdi. bir anıyı ölümsüzleştirmek. zamanı durdurmak ve ufak kağıt parçasında sonsuza kadar yaşamak. bana çektiğin fotoğrafları göstermeni seviyordum. yüzündeki kocaman gülümseme ve parmakların arasındaki kamerayla yanıma gelmeni izlemek.
fotoğrafların arasında benimkiler de vardı. ben habersizken çektiğin fotoğraflarım. dükkandayken, parkda kitap okurken, yanıbaşında uyurken, ya da salonumuzda sana piyano çalarken. şu an düşünüyorum da, iyi ki senin fotoğraflarını çekmek için ısrar etmişim. bana kalan bu fotoğraflar olmasaydı o çok sevdiğim yüzünü unuturdum. aynı sesini unuttuğum gibi. sesini unutmaya başladım minho. kendime kızıyorum, hafızama söz geçiremediğim için kendime kızıyorum. yeryüzünde sevdiğim yegane insanı unutturduğu için. gün içinde anılarımızı düşünüyorum. film gibi tekrar ediyorum sahneleri. seni görüyorum, bana bakan güzel kahverengi gözlerini görüyorum, ince dudaklarını, yanaklarımı okşayan parmaklarını. dudaklarını kıpırdattığını görüyorum. beni ne kadar sevdiğini söylüyorsun fakat sesini duyamıyorum. sesini duymak istiyorum minho. benimle konuş istiyorum. bana dokun, beni öp istiyorum. kollarının arasına almanı istiyorum. en huzurlu hissettiğim yer kollarındı. başımı gömdüğüm boynundu. sen gittiğinden beri huzursuzum. sen gittiğinden beri sensizim.
sensizlik çok zor. fakat bundan haberin yok çünkü sen hiç sensiz kalmadın.