9

81 17 9
                                    

apr/1965

iki gün önce senden bir mektup geldi. iki sene sonra senden gelen ilk mektup. rosaline bize gelip, postanede bana bir mektup olduğunu söylemişti. o kadar heyecanlanmıştım ki, kaldırım taşlı yolda postaneye doğru koşarken nasıl düşmedim tanrı bilir. krem rengi zarfı parmaklarım arasına aldığımda ölecekmiş gibi hissettim. üstünde ismim yazılıydı. senin isminin hemen yanında. el yazın o kadar güzeldi ki, dakikalarca izledim o yazılı bir kaç cümleyi. bu kelimeler senin kaleminden dökülmüştü. gözümde incildeki dualardan farksızdı.

mektubu ezmemek için özen göstererek göğsüme bastırdım ve koşar adımlarla sahile gittim. en çok sahildeyken seni yanımda hissederdim. esen rüzgarların arasından senin sesini de duyar gibi olurdum. saçlarım uçuştuğunda senin dokunuşlarını siyah tutamlarımda hissederdim.

zarfı yırtmamaya özen göstererek açtım. beyaz kağıt parçalarından senin kokunu aldığıma yemin edebilirim. denizi geçtiğinizi yazmıştın. zorlu bir süreçten geçmişsiniz fakat yine de denizi geçmeyi başarmışsınız. savaşta bir sürü dostunu kaybettiğinden bahsetmiştin. hepsinin cesetini sen taşımışsın. her gün gördüğün, konuştuğun insanların cesetlerini taşımak içinde bir şeylerin ölmesine sebep olmuş. yanında olmayı ne çok isterdim minho. seni kollarımla sarmak ve yanında olmak. her şeyin kötü birer kâbustan ibaret olduğunu söylemek. seni teselli etmek için elimden gelen her şeyi yapardım. bir sürü kez ölümün ucundan döndüğünü yazmıştın. o cümleleri okurken kalbimin teklediğini hissediyordum. sana bir şey olsa yaşayamazdım. senden ayrı olsam bile, şu an bir yerlerde hayatta olduğunu bilmek bana güç veriyor. bir gün geri döneceğini bilmek. ya da bunu ummak. bunun için dua etmek. bu sıralar savaşın biraz daha durgun olduğunu yazmışsın. kamufle edilmiş ufak sığınaklarda yaşıyormuşsunuz. sırayla nöbet tutuyormuşsunuz. geceleri ölüm sessizliği çöküyormuş ve sen bu durumdan nefret ediyormuşsun. silah sesini bu sessizliğe tercih ettiğini yazmışsın. her gün yüzlerce yaralıyı ilk yardım için çadırlara taşıyormuşsunuz. sen de bir kaç kez yaralanmışsın. koluna ve midene kurşun yemişsin. o an vücudumun her yerinde yanma hissettim. sanki beni delik deşik etmişlerdi. canımdan can gittiğini hissettim minho. sen yaralanmıştın. ben yaralanmış kadar oldum.

ve bir kızdan bahsediyorsun. charlotte. savaş alanında bile parıldayan sarı saçlarından, ilaç şişelerini saran ince parmaklarından, ufak dudaklarından ve siyah gözlerinden bahsediyorsun. sen yaralıyken oradaki çadırlardan birinde kalmışsın. seninle hemşirelerden biri ilgilenmiş. charlotte. ondan ne kadar çok hoşlandığından bahsediyorsun. bana bu kötülüğü neden yapıyorsun minho? onu bana anlatarak neden öldürüyorsun beni? neden onu bana tercih ettin? gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor mu gerçekten? peki o zaman neden sen hâlâ içimde yaşıyorsun? kasabadaki herkes için bir ölüyken neden ben seni unutamıyorum? sen beni nasıl unuttun?

bu yazdıklarının birer yalandan ibaret olması için dua ediyorum. hepsi kötü bir şaka. gereksiz, saçma, yersiz bir şaka. yapılmaması gereken türden bir şaka. nasıl başka birisini sevebilirsin minho? ben seni hâlâ severken, sen nasıl gönlünü bir başkasına kaptırabilirsin? onda olup da bende olmayan neydi? güzel göğüsler ve kıvrımlı bir vücut mu?

bu mektubu senin yazmadığına inanmak istiyorum. bir aptal gibi istiyorum bunu. bu mektup bana değil, bir başkasına geldi. sen yazmadın, bir başkası yazdı. sen hâlâ beni seviyorsun. benden başka birini nasıl sevebilirsin ki? bir kızı? gözlerin sadece bende takılıyken nasıl bir başkasını gördüler? buna inanmak istemiyorum. fakat gerçekler deniz dalgaları gibi çarpıyor yüzüme. son cümlelerinde beni özlediğini yazmışsın. bana neden hâlâ umut veriyorsun? yanında bir başkası varken beni nasıl özlüyorsun? yoksa o kız senin için sadece bir kaçamaktan mı ibaret? buna inanmamı mı istiyorsun? beni özlediğine inanmak istemiyorum. kalbim her ne kadar bu cümlelere karşı heyecanla çırpsa da beynim bunların yalan olduğunu savunuyor. heyecanla atan kalbim acıyla kan ağlıyor. mektubun sonunda "hyun'uma" yazmışsın. bana nasıl hâlâ hyun'um diyebildin? hâlâ senin hyun'un muyum? bundan şüpheliyim. sen benim olmamışsın ki. iki senedir hiç olmamışsın. ben seni beklerken, sen bir bir başkasıyla olmuşsun. kalbinde iki kişiye yer var mı minho? onunla birlikteyken hâlâ beni seviyor musun? hayır, sevmiyorsun.

keşke bana hiç yazmasaydın minho. ben yazdığım mektupların sana ulaşıp ulaşmadığını bilmesem bile böyle yaşamaya devam ederdim. bunu yapabilirdim. sana yazmayı sürdürürdüm. vicdanın mı el vermedi? ben seni hâlâ deli gibi severken, kağıtlara sevgimi dökerken bunları okuyunca suçluluk duygusu mu yaşadın?

keşke yazmasaydın. ben iki senedir yazıyordum. bir iki sene daha yazmaya razıydım. hep yazardım, yine yazardım. keşke hiç yazmasaydın minho. bir gün içimdeki özlemim vücuduma ağır gelip de canıma kıydığımda, belki sen de benimle birlikte ölürdün.

remember | hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin