6-cenneti sana vereyim

257 31 30
                                    

lana del rey-say yes to heaven

Ver bana nefesini, uçurumun dibinde bizim için hayattan vazgeçeyim. Cehennemi geride bırak, cenneti sana vereyim


saat gece dokuz buçuk, berlin kültür binası - eylül ayı,1913

Anlaşıldığın her yer, senin evindir.

Ağzından çıkan her kelime anlaşılmayı, bir umut duyulmayı umarak çıkar, fark edilmek, birileri tarafından gerçekten anlaşılmanın arzusu, hasretiyle kavrulursun. O sabahların, belki de o gecelerin birindeydim. Kendimi birileri tarafından duyulmaya, hissedilmeye, anlaşılmaya bıraktığım, bırakabileceğim o gecedeydim. Sesimi, hiç duymayacakları kadar gürültülü, havada dahi yankı bırakacak şekilde duyurtmanın isteğiyle kavrulmuştum. Anlaşılmanın, sözlerle değilde, bakışlarla dahi hissedilmenin arzusuyla delireceğimden korkmuştum. Hiçliğimde dahi birileri tarafından 'her şey' olabilmenin ihtimaliyle bozulan tabu gibi darma dağın olduğum o gecedeydim. Sabahın, akşama sığmadığı, yıllar sonra anlaşılmanın, birileri tarafından gerçekten fark edilmenin verdiği o histe çıldıracak gibi oldum. Delirmeye yakınım efendim. Uzun zamandır benliğimle sıkışıp kalan özümü sonununda saklama gereği duymuyorum, zira saklasamda o görüyor. Biliyorsunuz onu, Jeon'u. Beni bir bakışıyla çözen, ruhumu -nasıl yapıyor hiç bilmiyorum- tüm renkleriyle gören o anarşisti biliyorsunuz. Köşeye sıkışan benliğimin özü biliyor onu. Onu artık biliyorum ve bu artık can sıkıyor. Abartmıyorum, yalan söylemiyorum. Onu görmek, bilmek, beni zihninde dahi tutması canımı sıkıyor. Lakin acı çekmeyi seven deliler gibi elimden hiçbir şey gelmez halde, tamamen çaresizce kendimi onun atmosferinden uzaklaştıramıyorum. Uzaklaştırsam dahi, o boğucu hava yakamı bırakmıyor. Yakama yapışıyor lanet gibi, ağırlaşıyor üstelik. Ağırlığını hissediyorum, yine de o laneti taşımayı bırakamıyorum. Bir şey, beni ona tıpkı omzuma sinen lanet gibi sürüklüyor. Onu bilmek istiyorum, beni benden daha çok bilmesini istiyor, bundan nefret etsemde, arzuluyordum.

Dengesiz, bazen huysuz, tutarsız bir adam oluyordum. Zaten öyleydim elbet, Elenia hep söyler ama bu sefer ki başka gibi. Ben bile hissediyorum, içimdeki dengenin bozukluğunu. Sinirleniyorum, gerçekten. Her şeyi, etrafımdaki her şeyi yıkıp, dağıtmak, paramparça olmuşluğum kadar parçalamak istiyordum. Jungkook'un günlerdir üzerindeki lanetten kurtulmak için, elime geçen her şeyi yok edeyim istiyordum. Ama buna illet olan, aslında gerçekten yapabilecekken dahi Jungkoon'u parçalara ayıramıyordum. Onu zihnimde küçültemiyordum, artık görmezden gelemeyeceğim kadar büyük, sarsıcı, inatçıydı. Omzuma koyduğu lanetiyle yüzleşemiyordum, o lanetten kurtulmak istiyordum, ama kurtulamıyordum. Suçlu aramak, belki de her zaman ki gibi kendimi suçlamak daha kolay, daha az ızdıraplı gelse de, hiç bir şey yapamıyordum. Hiçbir şeyde kalıp, hiçbir şeyle özdeşiyordum. Ve o bunu biliyordu, bilmese dahi hissettiğine eminim. Asi bakışlarının ardında bana acıyor, hatta benimle dalga geçiyor olmalıydı.

Zira ben olsam bir güzel alay ederdim efendim. Öyle alay ederdim ki, sorardım kendime; bu mu öve öve bitiremedikleri saygın millet vekilinin oğlu? Bu mu? Bu adamın kime ne faydası var ki? Kim ki bu adam? Sevilmeyen, ailesinde dahi belli bir saygınlığa, değere erişememiş, hayatta hiçbir şeyi gerçek anlamda başaramamış, hiçbir şeyi kazanamamış...kim bu adam? Bu mu delikanlı, Adler Teenager'in en yetkili üyesi, komünislerin korkulu rüyası? Bu adamdan kim korkar ki, bu adam zaten korkak değil mi? Sorardım bu soruları, çıkar karşısına sorardım. Yüzünü utançla kızartıncaya denk alay ederdim. Belki Jungkook'un yaptığını yapardım kendime. Bir umut anlaşılmayı bekleyip, istediğim şekilde anlaşılmayınca da delilir, kendimle beraber onu da delirtirdim. Sonra ne olurdu? Savaşırdık. Bir kez daha, ve bir kez daha. Lanet ikimizi de paramparçaya çevirip, un ufak edecek kadar.

Filotimo | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin