Bölüm | 8

10.1K 552 91
                                    

AŞM| Bölüm: 8

Kırık bir kalp taşıyordum ben, göğüs kafesimin sol tarafında. Ölümün ağır yükünü taşıyordum zihnimin en ücra köşelerinde. Nefes almakta zorlanıyordum çoğu zaman gecenin karanlığında ve yaşamaktaydım bir kez daha hüznün kollarında.

Anna Meryem Aksel

Nefes aldım güç belâ, sonrasında dışarıya doğru üfledim canım yana yana. Uzandığım yerde iki büklüm olmuştum acıdan ne doğrulabiliyor ne de ağlayabiliyordum. Öyle ki nefes almak dâhi canımı yakıyordu.

Saatlerdir aynı pozisyonda uzanıyordum. Islak kıyafetlerle yatağa uzandığımda saat on bire geliyordu. Şimdiyse güneş çoktan batmış, odanın içine karanlık çökmüştü. Saat yediyi çeyrek geçiyordu ben kıvranırken acının kollarında. Karnıma giren şiddetli sancılar, kasılmalar canımı yakıyordu. Yarım saatten fazladır bu sancıları çekiyordum. Başarabilsem kalkacaktım yataktan, doğrulacak ve bu lânet odadan çıkıp yardım isteyecektim birilerinden. Ancak değil ayağa kalkmak, sesimi dâhi çıkaracak halim yoktu.

"Allah senin belanı versin, Mehmet Selim!" Acılar içinde kıvranırken çaresizliğimle içime içime ağladım. Canım çok yanıyordu, karnım şiddetle kasılıyordu, kasıklarımdaki ağrı şiddetlendikçe benim nefesim kesiliyordu.

"Özür dilerim," diye fısıldadım, güçlükle. Annesi ben olduğum için çok şansızdı. Annesi ben değil de bir başkası olsaydı şayet saatlerdir bu odada kıvranmak yerine çıkar, birilerinden yardım isterdi. Belki de bunları yaşamak zorunda dâhi kalmayacaktı. "Özür dilerim..." Elimi kasılmaktan gerilmiş karnımın üzerinde gezdirdim, hafif dokunuşlarla okşamaya başladım. Şayet taş gibi kesilmiş karnım az biraz bile olsa yumuşarsa rahat bir nefes alabilecektim.

Bacaklarım arasında tuhaf bir sıcaklık hissettiğimde kalbim korkuyla tekledi. Elbisemin eteğini yukarıya doğru çekiştirdim, titreyen elimi bacaklarımın arasına doğru götürdüm. Parmak uçlarıma bulaşan şeyin ne olduğunu anlamam için uzun uzun bakmam gerekti. Nitekim karanlık odada kanımı seçmem, bunu kabullenmem pek kolay olmadı.

"Bebeğim," diye fısıldadığımda canım burnuma geldi. Bir an için nefes alamaz oldum. Hıçkırdım, çığlık attım, kafamı dehşetle iki yana salladım. Gerçek olamazdı bu, gördüğüm şey kan olmamalıydı. Kanım olmamalıydı, bebeğimin kanı olmamalıydı.

"Bebeğim!" Acı acı bağırsam ne fayda, gerçek parmak uçlarımdaydı. "Bebeğim! Hayır... hayır... hayır... ne olur beni bırakma... ne olur... ne olur... ne olur..." Bu tavan arasında ağlamamın bir faydası yoktu, farkındaydım. Nitekim burada kimseler duyamazdı ki! Ben burada ölüp ölüp dirilirken lânet olasıca tavan arasında kimseler duymayacaktı sesimi. Bundan sebep canım yana yana kalktım uzandığım yerden. Yatağın kenarına tutunarak güçlükle ayağa kalktım. Kasılmalarım o kadar şiddetliydi ki her an çığlık atarak kendimi yere atabilirdim.

Bir elim karnımda, diğer elim belimde ağır aksak adımlarla kapıya doğru ilerlerken tarih tekerrür ediyor gibiydi. O harabe evde, soğuk kış gününde de aynı şeyi yaşamıştım. Lâkin o gün kanamam olmamıştı. O gün dâhi bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Kapıya ulaşmam üç dakikama sebep oldu. Güçlükle anahtarı çevirip kilidi açtım, kapının kolunu indirip kendimi dışarıya attığımda nefes nefeseydim. Bu nasıl bir acıydı? Hayır, fiziksel bir acıdan bahsetmiyorum. Canımı yakan şey, hissettiklerimdi. Boğazımda kocaman bir yumru vardı ne yutkunabiliyor ne de nefes alabiliyordum. Kursağımda kalmış koca bir ömür vardı ve ben o ömrün acısını yutkunmaya çalışıyordum.

Merdivenin başına geldiğinde çaresizce aşağıya baktım. Kimseler yoktu. Lanet olası kocaman evde bana yardım edecek hiç kimse yoktu. Sesimi duyurabileceğim kimsem yoktu. Beni merak edecek, bana bakacak hiç kimsem yoktu.

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin