Bölüm | 28

5.6K 278 44
                                    

AŞM| Bölüm: 28

Bir kıvılcımla tutuştu hayatım, vakitsiz bir zelzeleyle yitirdim benliğimi, bitmek bilmez bir hüzne kurban ettim ben ruhumu...

Anna Meryem Aksel

Koşuyordum, yer ayaklarımın altında kayıp gidiyordu, nefes nefese kalmıştım ve göğsüm acıyordu, kalbim paramparça olacakmış gibi kasılıyordu. Yine de durmak yakışmazdı bana, bundan emindim. Acıdan nefes alamayacak raddeye gelsem dâhi ben devam etmek zorundaydım.

Rüzgârı hissediyordum terli tenimde, ruhumu okşuyordu, içime işliyor yüreğime kadar sızıyordu. Acıdan kaskatı kesilmiş o taş kalbimin odacıklarına doluyordu. Nasıl da yakıyordu ama canımı? Nasıl da geçmek bitmiyordu bu kör sancı?

Günler geçmişti, haftalar, hatta aylar... Kızımı ardımda bırakalı on bir ay yirmi dokuz gün oluyordu

İsrâ'm... Benim güzeller güzeli kızım, kokusuna hasret kaldığım, acısını her daim yüreğimde hissettiğim... Tam bir yıl önce doğmuştu benim güzel kızım. Annesinin günahlarının bedelini ödemiş, sağlıksız bir ortamda dünyaya açmıştı gözlerini. Ölüm ve kan kokusunun sindiği o dört duvarın arasında dünyaya gelmişti. Ertesi gün de terk edilmişti. Ne bahtsızdı ama!

Anneannemin evinin olduğu o patika yola girdiğimde yavaşladım, koşmayı bırakıp tempolu bir şekilde yürümeye başladığımda nefes nefeseydim ki sakinleşmeye çalışıyordum. Sporcu atletimin içine koyduğum zinciri çekip çıkardığımda, ucunda sallanan kolyeme baktım. Kızımın saç tellerini taşıyan o kolyeydi, İsrâ'mdan geriye bana kalan tek şey.

Kolyenin başını dudaklarıma bastırdım, "Özür dilerim kızım," diye fısıldadım güçlükle. "Seni bırakmak zorunda kaldığım için özür dilerim." Bir gün beni affedebilecek misin acaba?

"Anna!"

Kafamı kaldırdım ve evimin verandasında durmuş bana el sallayan adama baktım. Elini havaya kaldırdı, acele et dercesine bir hareket yaptı. Hemen sonra hızlıca içeriye geçti. Kuvvetle muhtemel ocakta sucuklarını pişiriyordu, şimdi de yakmamak için içeriye koşturmuştu.

"Geri zekâlı," diye homurdandım ağzımın içinden. "Bir kere de şaşırt beni!" Gözlerimi devirdim, bahçeyi hızlı adımlarla bitirdikten sonra üç basamaktan oluşan merdiveni çıktım. Verandanın uç kısmında kurulmuş enfes kahvaltı sofrasına hızlıca göz gezdirdiğim gibi açık kapıdan içeriye geçtim. Mutfaktan gelen kızgın yağın sesiyle kafamı iki yana salladığımda, "Ben duşa giriyorum," diye bağırdım içeride sucuklarla boğuşan adama. "Sen kahvaltıya başla, beni bekleme. Bir on dakika içinde gelirim ben de!"

"Sen söylemeseydin de beklemeyecektim zaten!" Aldığım karşılıkla gözlerimi devirirken daha fazla beklemeden hızlıca banyoya geçtim. Bir çırpıda çıkardığımda yarım atlet ve şorttan sonra duşa kabinin içine girdim. Musluğu açtım ve suyun ısınmasını beklemeden altına geçtim.

On dakikanın sonunda duşumu almış, üzerime bol bir tişört, altıma da kısa bir şort geçirmiştim. Saçlarımı nemli bir şekilde bıraktığımda aynadaki aksime uzun uzun göz gezdirdim. Bir yıl... Bir yılda bir insan ne kadar değişebilirdi ki? Ben değişmiştim. Üzerime otuz yaşın olgunluğu çökmüştü, oysaki henüz yirmi dört yaşındaydım. Ruhum yaşlanmıştı benim, bedenimse yorgun düşmüştü. Mesela gözlerimin içi parlamıyordu artık. Zifiri karanlık gözlerim bir ölünün mezarı gibiydi. Gül kurusu gibi açan çillerim solmuştu, ışıldamıyorlardı bile. Saçlarım... Babamın o çok sevdiği saçlarım eskisi gibi uzun değildi ne yazık ki! Rengi ve şekli aynı olsa da kısacıktı, kulaklarımın altında bitiyordu hemen. Ben kesmiştim. Bir gece kızımın ağlama sesine uyanıp tek başıma olduğumu fark ettiğimde, kimsesizliğime saatlerce ağlamış, sonrasında aynanın karşısına geçip, canımı yakma pahasına yamuk yumuk kesmiştim. Bir daha da uzamasına müsaade etmemiştim. Ben babama verdiğim sözü o gece tutamamış, saçlarıma kıymıştım.

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin