dieciséis¹⁶

2.3K 255 175
                                    

yatağımda dağınık turuncu saçlarımla birlikte uyandığımda bir elimle gözümü ovuşturdum ama sonra bunun bir aptallık olduğuna karar verdim.

çünkü eğer dayak yemişseniz ve oraya pansuman bile yapmadıysanız bu canınızı fazla acıtabilirdi. “ah, siktir.”

“şerefsizin eli de ağır...” söylene söylene uyanırken komodinimin ucuna bir notla bırakılmış ağrı kesiciyi gördüm. annem bunu içmemi ve oraya pansuman yapmamı tembihleyip notun altına kalpler koymuştu, gülümseyip notu kalplediği için komodinimin içinde duran kutuya koydum.

burada annemin tüm notları duruyordu.

eğer sürekli meşgul bir evebeyniniz varsa -ve tek sizi seven evebeyniniz anneniz ise- böyle şeylere hâlâ küçük bir çocukmuş gibi önem verebiliyorsunuz. kendimi pek garipsemiyorum, başkaları garipserse de pek umrumda olmaz bu konu.

yatağımdan ayaklarımı sarkıtıp iç çektim önce. vücudum fena yorgundu, yediğim dayak vücuduma fena sert etki ediyordu tabii.

ağrı kesiciyi içmek için bir şeyler yemem gerekiyordu bu yüzden aşağı inip mutfaga doğru ilerledim.

amacım kendime küçük bir kahvaltı hazırlamaktı, pek iştahım yoktu ama ilacı içmek için annemin buzdolabına bıraktığı krep harcını çıkardım.

dünyanın en sıkıcı krep hazırlama rutinini gerçekleştirip kreplerimin hepsini masaya koydum. tam masaya oturacakken kapının çalması ile kaşlarımı çattım.

kimseyi beklemiyordum. gerçi kargo veyahut başka bir şey de olabilirdi, mutfaktan çıkıp salona girdim ve kapıya doğru ilerledim.

üstümde bir tişört ve şort vardı sadece ama fazla umursamazdım bunu önemsemek için, direkt kapıyı açtım.

tabii kapıda elinde iki tane kahve ile duran chan’ı görmek beklediğim son şey bile değildi.

kapıyı hiçbir tepki vermeden geri üstüne doğru itelediğimde omuzu ile baskı yapıp “dursana bir, izin ver.” dedi sakin bir ses tonu ile. “bir turda sen mi döveceksin, neye izin vereyim?” dedim bozulan sinirlerime karşılık.

“bir içeri gireyim mi ben?” dedi itelediğim kapıyı biraz daha açarak “girme, kahvaltı yapacağım ben rahatsız etme beni.” diyerek reddettim ben de onu.

“tamam... kahveleri de ben almış oldum işte, giriyorum içeri.” ve bana sormadan içeri girmişti bile. “çıksana ya evimden.” dedim ama chan salonun ortasındaki sehpaya kahveleri koyup tekrar bana baktı.

“yeni uyandığında çok sevimli görünüyormuşsun,” ben kaşlarımı tekrar çatmaya başladığımda “neyse konumuz bu değil, mutfak nerede? güzel bir kahvaltı yapalım.” dedi.

“sen yüzsüz müsün?” dedim dayanamayıp. “hm, olmam gerekiyor.”

“bence mutfak şurasıdır.” dedi ve sarı ışık süzülen mutfağa doğru ilerlemeye başladı. “bak, nasılda bildim. a, krep yapmışsın.”

ben ona göz devirirken yere oturup bağdaş kurup americanomun pipetini ısıra ısıra içmeye başladım. onunkini de içecektim, para vermiş bir de, enayi parası.

chan elinde kreplerle geldiğinde onları sehpaya bıraktı ve sonra sehpanın önünde bağdaş kurmuş olan bana gülümsedi. “bak içiyorsun sen de kahveni.”

“içeceğim tabi beleş kahve.” dedim ben de hiç yüz vermeyerek. gülerek yanıma oturdu ve krepleri ikimizin önüne çekti.

“ama sadece kahve içerek olmaz, bir şeyler yemen lazım...” dedi ve kestiği krebi ağzıma doğru uzattı. kabul etmedim tabii ki, hiçbir açıklama yapmadan böyle davranması çok saçmaydı.

dancerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin