bölüm üçüncü kişi ağzından.
minho dakikalardır dersten sapmış, neredeyse otuz yıl önceki anılarına kadar inmiş profesörü dinlerken uyumamak için bir savaş veriyordu kendisi ile.
içinden “uyursam kalır mıyım acaba?” düşünceleri ile boğuşurken profesörü dersi bitirdiğini söylediğinde dudaklarına bir gülümseme kondu.
profesör sınıftan çıkar çıkmaz telefonunu eline almış, bildirimlerin arasında gezinmeye başlamıştı. grupta konuşulan bir iki şey dışında chan’ın ona bir günaydın mesajı attığını farketmişti.
artık pekte şaşırmıyordu bu duruma çünkü chan gerçekten bir şeyleri değiştirmeye çalışıyormuş gibi hissediyordu. mesaja hızlıca bir cevap verdikten sonra chan’dan “sabah kahvesi ısmarlayayım mı sana?” mesajını alması ile keyiften dört köşe oldu.
herkes bedava kahveyi severdi.
“tamam, neredesin?” mesajını yolladıktan sonra yemekhanede olduğunu öğrenmesi ile ayağa kalkıp imza atmaya ve sınıftan çıkmaya yeltendi minho.
imzasını atıp kapının önüne çıktığında katta pek fazla insan da kalmamıştı zaten, oyalanmıştı baya bir.
katta gördüğü üçlü grup kaşlarını çatmasına sebebiyet verdi ve omzundan iteklendi önce sert bir şekilde.
“ne oluyor amına koyayım?” dedi chan’ın yanında bir iki kere gördüğü arkadaşlarına doğru.
üçü birden üstüne doğru geldiğinde minho’nun kaşları çatılmış, ona uzanan yumruklardan bir tanesini eli ile engellemişti.
fakat daha yapılı olanlardan garam, minho’nun bacağına bir tekme atarak yere düşmesini sağlamıştı çoktan.
“herkese ahkam kesip şöyle tek tekmede yeri boylaman ne komik, lee minho.” minho omzunda duran el yüzünden hareket edemezken juwon minho’ya bakarak, yarım ağız bir sırıtış ile konuşuyordu.
“amacınız ne lan sizin?” dedi minho güçlü bir şekilde üçlüye bakarak. “arkadaşımızın intikamını alalım dedik, arkadaşımız da öyle.”
minho’nun dudakları şaşkınca aralandı önce. daha az önce ona kahve ısmarlayacak olan chan gerçekten çıkışta onun dövülmesini uygun mu görmüştü? üstelik bunu kendisini yapmıyor, bir de arkadaşlarına mı dövdürttüyordu?
“ne, chan mı?” minho üstündeki şaşkınlığı atlatamadığında juwon minho’yu çenesinden tutarak ona bakmasını sağlayıp konuştu. “chan. ne sanıyordun, bir şeyler düzelecek, onunla arkadaş olacaksın... minho, çok komiksin dostum. chan seni şu kadarcık bile sevmiyor.” juwon serçe parmağını göstermişti diğer eliyle.
minho içine dolan kırgınlık ve sinir duygusu ile onu dövmek üzere duran üçlüye baktı. juwon dayanamayarak bu haline kahkaha attı minho’nun. “ağla bir de istersen! bu kadar bağlanmış mıydın chris’e, komik.”
“orospu çocukları. hepiniz öylesiniz.” ayakta dikilip izleyen jung da bu söylediğine gülmüştü minho’nun. “baya kırılmışsın sen anlaşılan. ama bize hakaret edecek kadar büyümedin henüz.” minho bir tekme yediğinde inleyip sinirle ayaklanmaya çalıştığında juwon yüzüne bir yumruk geçirmişti minho’nun.
minho gafil avlandığı için sarsılıp kafasını arkasındaki duvara vurduğunda üçlü yetmezmiş gibi minho’ya saldırmaya yeltenmişti çoktan.
minho’nun bacakları tutmuyordu, vücudundaki tüm acı onu ele geçirirken öksürebildi sadece. diğer ikisi minho’yla uğraşmayı bırakınca juwon eğilip minho’nun yüzüne baktı.
“e, son dokunuşu yapmayalım mı o zaman?” dedi sinsice. amacı bayıltmaktı minho’yu.
minho’ya son bir tekme geçirecekken siyah kot ceketinin yakasından çekilip yüzüne chris tarafından bir yumruk yemişti juwon. her şey o kadar hızlı gelişmişti, gelişiyordu ki minho sadece izleyebiliyordu.
chris varı yoğu yokmuşcasına juwon’u yumruklarken diğer ikisi chris’i zar zor uzaklaştırmış ve juwon’u alıp ortamdan uzaklaşmışlardı. “aptal orospu çocukları.” chris ağzının içinde bir küfür mırıldanırken gözlerini yere zar zor oturmuş olan minho’ya çevirdi.
minho ise içine yüklenmiş olan tüm sinirle ona bakıyordu. “iyi misin, minho?” chris önünde eğilince sinirle anında gözleri doldu minho’nun.
“bir de soruyor musun?” minho sinirle çıkıştığında şaşkınlıkla ona baktı chan. “ne, soruyor muyum?”
“ben senin yüzünden dayak yedim zaten! utanmadan gelip soruyor musun?” minho ağlamaya başladı sinirlerine hakim olamayarak. “minho, ne?”
“bir de gelip arkadaşlarına dövdürtüyorsun! bari gel sen döv tamam mı, azıcık bile yüzün yok ama değil mi? azıcık bile. hayatımda tanıdığım en yalancı ve kansız insansın sen. ben gerçekten bir şeyleri değiştirmeye uğraşıyorsun sandım, benimle normal olmaya çalışıyorsun sandım ama sen kahve içmeye bile beni öldüresiye dövdürmek için çağırmışsın.”
minho nefes almadan göz yaşları içinde konuşurken chris girdiği şoktan çıkamamış bir hâlde minho’ya baktı. minho da sinirle olduğu yerden kalkmaya çalıştı. “konuşmaya bile yüzün yok senin. tamam lan çaldım notalarını, çaldım! ama sen de beni sabote ettin, canım sıkıldı diye mi çaldım ben senin notalarını?”
“minho, ben kimseye bir şey yaptırmadım.” chris’in söyleyebildiği tek cümle bu olmuşken minho gözyaşları ile birlikte sinirle güldü. “son dokunuşu sen mi yapmak istiyorsun? gel vur, bayılt beni. arkadaşların ile birlikte yeterince eziyet çektirdin zaten!”
minho soluklanarak devam etti.
“senden nefret etmeyi bırakmayı denerken kendinden öyle bir nefret ettirdin ki beni. belki senden sadece hoşlanmıyordum bile ama şimdi, şimdi senden nefret ediyorum chan. bu hayal kırıklığı hissine sayende sahip oldum.”
chris dengede zor duran minho’nun koluna uzanmaya çalıştığında minho sertçe çekti kolunu. “sakın bir daha karşıma çıkma. sakın. grubun da senin olsun, sikik notaların ve arkadaşların da.”
minho gözündeki yaşları elinin tersi ile silip kampüsün çıkışına ilerledi sadece.
bir kez daha kimseye güvenmemesi gerektiğini hatırladı. zaten babasının sevmediği birisini kim niye severdi, niye onun için uğraşırdı?
hayat minho’nun çevresinde dönmüyordu, tanrı desen onu hiç sevmiyordu.
☾
bölümdeki isimlerin idollerle bir alakası yok bu arada
minho yerine ben kırılmış hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dancer
Fanfictionbanginho, tamamlandı. sözde benden nefret ediyorsun ama işine geldiğine altına almayı ve stüdyonun camından beni izlemeyi çok fazla seviyorsun herkes düşmanına azıyor mu christopher