ocho⁸

2.6K 252 153
                                    

nereye yürüdüğüme dair bir fikrim yoktu.

önümü göremiyordum bile zaten, mümkün değildi görmem. ağlamaktan nefes bile alamıyordum arada, sanırım ilk kez böylesi oluyordu.

ara bir sokak görünce adımlarımı biraz daha hızlandırıp oraya doğru gittim. gözümdeki yaşları sildim ama yerine yenileri eklendi alamadığım nefeslerin arasından, şaşırmadım.

eğer çok ağlamayan bir insansanız her ağladığınızda nefes almak size böyle cehennem gibi geliyor işte.

ara sokağa sonunda ulaştığımda hızla duvara doğru gitmek için ilerlemeye başlarken kolumdan tutulmam üzerine durdum.

sanırım chan beni baya bi' süredir yakalamaya çalışıyordu. "bırak." dedim kolumu çekmeye çalışırken, bir yandan da ağlarken nefes alamamam işin cabasıydı.

"minho." onun yüzüne doğrudan bakıp ağlarken bir yandan kolumu çekmeye çalışıyordum. "bırak beni, bırak ya!"

bana acıyordu, acıyacaktı. biliyordum bunları ve bu yüzden burada olmasını istemiyordum. ne isek, o kalmalıydı.

benden nefret etmeye devam etmeliydi ama bana acımamalıydı. bunu istemiyordum, bok gibi hissettiriyordu bu.

en sonunda kolumu çekebilip ondan sertçe ve hızla uzaklaşırken beni belimden yakalayıp, saçlarıma ellerini koydu ve beni göğsüne bastırdı. sanırım bu beklemediğim bir hareketti. "sakin ol bir, sakin nefesler al."

mırıldanır bir ses tonuyla konuşurken ben yumruk yaptığım ellerimi göğsünün üstünde tutarken seslice ağlamaya devam ediyordum.

deli gibi pişman olacaktım.

“nefes alamıyorum.” dedim zorlaya zorlaya. “tamam, alacaksın. sadece biraz sakinleş hadi.” göğsünden başımı çekip ona baktım, o da bana bakarken belimi kavrayan eliyle belimi okşadı ve bir eliyle de sırtımı hafif hafif sıvazladı.

ne yaptığını anlamıyordum, neden bana iyi davranıyordu ki?

bunun sonu bana acımasına çıkıyordu sadece.

bir şey demedim o an, nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım uzun bir süre. sonra gözümden düşen yaşları chris’in göğsünde iken tek elimle sildim.

“su ister misin?” başımı salladım ona bakarken. yanında su yoktu ama, bunun üzerine konuştu zaten. “tamam alıp geleyim sana. bir yere gitme ama minho, olur mu?”

olmaz.

bana deli gibi acındığını hissederken olmaz işte, çok zor bu. başımı salladım yine de ama bana inanmadı.

“gitme bir yere. ne istiyorsan söyle sonra, ondan sonra gidebilirsin.” kelimelerim bu konuda yeterli değil. bir ezik gibi sevgi istediğimi söyleyemem, özellikle bu hâlde olduğum bir adamla bunu hiç yapamam.

“gitmeyeceğim dedim ya.” diye mırıldandım. sahiden gidemezdim çünkü adımlarımda bile güç yoktu artık.

ağlamak bile istemiyordum. biraz oturmak, gerekirse kendimle dertleşmek. tabii kendimle oturup konuşmak öyle söylediğim kadar basit miydi bilmiyordum, muhtemelen değildi. sadece kendimle konuşmak isteyecektim ama en zoruda buydu ya, biriyle konuşmaktan bile zordu.

kırıp dökesim yoktu bu sefer. sakindim, fazla sakindim. sanki vücudumdaki siniri birisi almış ve elimdeki son boktan hissi de çekip almıştı.

“peki, hemen geliyorum.” chan’ın biraz emin olmayı beklediğini farketmiştim. arkama yaslandığım duvarda gökyüzünü incelemeye başladım.

gökyüzü bile o kadar anlamlı değilmiş gibiydi. belki de insanlar bu kadar mâna yüklemesiydi zaten anlamsız bir şeydi bu. kim bilir?

gözlerimi kapadım biraz. acıyorlardı, uzun süre sonra bir duygu gösterdikleri içindi bu da.

chan’ı düşünmek istemiyordum çünkü bana herhangi birisinin acıma fikrinden nefret ediyordum. özellikle bana nefret besleyen birisinin bir anda tavırlarının bu denli değişecek olması midemi bulandırıyordu, karnım kasılıyordu. nefret ediyordum bu histen.

karşımda su şişesini bana uzatırken belirince de direkt olarak söyledim zaten. “bana acıma chan.” ona ilk kez chan diyordum sanırım.

gülümsedi bunu söylemememin üzerine. “sana acıdığımdan burada değilim. ben birilerine acımam minho.”

önce elindeki suyu alıp içtim ve yere doğru oturdum. o da yanıma oturmuştu hemen.

bir süre susup durduk ikimiz de. ben ara sokağın çıkışında yolun üstündeki insanları izliyordum ve o da beni. farkındaydım, beni izliyordu.

“beni dikizleme, hoşuma gitmiyor.” dedim bakışlarımı olduğu yerden çekmeden. o da mırıldanır tonda konuştu. “sen onu gözlerime anlat bir de.”

bu ne demekti bilmiyordum. sanırım duymayacağımı düşünmüştü. söylediği şeyin sebebini sormadım.

“bana acımadığını söyledin,” söyler söylemez “evet.” diyerek kendini kanıtlama çabasına girişmişti. “o hâlde neden buradasın?”

yine ve yine ona bakmıyordum. göz teması kurmadan sohbet etmek daha kolay geliyordu. “bilmiyorum.” dedi.

yani bana acıyordu. sinirli mi üzgün mü olduğunu bilmediğim bakışlarım ona döndü. “yalan söylüyorsun. benden nefret ederken ne oldu da buradasın?” sesim bir tık yüksekti.

“eğer söylediklerimi unutma sözü verirsen -ki veremezsin.- sana bunun cevabını veririm.” kaşlarım meraktan çatıldı bu sefer.

“benimle ilgili bir şeyi ne kadar saklayabilirsin ki zaten?” dedim. “doğru...” diye mırıldandı ama cümlesinin devamını getirmek için biraz nefes aldı.

“bilmiyorum minho. gerçekten şu birkaç günü bilmiyorum, neden saçma sapan teklifini kabul ettiğimi, neden sana bir şeyler için açıklama yaptığımı... neden seni,” duraksadı. “neyse, siktir et. sadece sana acımadığımı bil.”

sanki soru sormamı istemezmiş gibi yeni bir konuya atladı. “ortaokulda ve lisede zorbalık görüyordum ve öğrenciler, öğretmenler bana acırdı. yani şu acıma duygusunun ne kadar iğrenç olduğunun ve nasıl hissettirdiğin pekala farkındayım. bu yüzden sana acımak aklımın ucundan geçmez, çünkü nefret ediyorum bundan.”

başımı salladım. “babamı sormayacak mısın?”

“istersen anlatırsın. neden sorup darlayayım ki?” beni şaşırtıyordu. ya da belki de ben ona sinir olduğum için onun hakkında bir perde indirmiştim gözüme.

“bana olan tavırların falan değişecek mi? yani, eskisi gibi olacaksın, değil mi?” bundan korkuyordum. hiçbir şeyin değişmesini istemiyordum.

“tavırlarım birkaç gündür değişiyor zaten...” dedi yine kısık ve mırıldanır bir tonda. yine duymuştum ama çaktırmadım. “hâlâ stüdyonun yanında gıcık bir şekilde pratik yapacağın için endişe etme. daha çok yeriz birbirimizi.”

“hangi anlamda yeriz birbirimizi?” dedim ortamı dağıtmak için.

güldü. “değişmiyorsun hiç.” dedi.

aslında çok farklıydım, bu değildim. her şeyin ardında gizlediğim ilgi isteyen bir çocuk vardı içimde, biliyordum.

fakat ne göstereceğim birileri, ne de buna gücüm vardı.

sanırım böylesi en iyisiydi.

sen dancer’a bölüm yazarsın ama etraf bir anda may 12. bölüm gibi kokmaya başlar

neyyse aralarındaki ilişki yavaş yavaş değişiyor. sınav haftasından sonra görüşelim.

belki 2 bölüm daha gelebilir ama söz vermeyeyim şimdi.

bir dee panoya dc linkini bir daha atacağım gelmek isterseniz bir panoya göz atın!!

dancerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin