"İki kent arasındayım, biri beni bilmiyor, öteki de artık tanımıyor."
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
🎼 Canozan - Toprak Yağmura
⭐️
KIRIK DÜŞLER EZGİSİ, BİRİNCİ BÖLÜM.
Pencereden süzülen rüzgâr, çalışma masamın üzerindeki kağıtları dağıttığında bıkkınlıkla nefesi bıraktım ve ayağa kalkarak camı kapattım. Bahçenin en köklü ağacının dallarından birisi sallanıyor, bir güz yaprağı havada süzülüyordu. Eylül, yeni başlangıçları en çok hissettiğim aydı ve ben bunu bugünlerde fazlasıyla hissediyordum. Yeni bir şehirde, yeni bir evde ve yeni bir okulda böyle hissetmem ise son derece normal olmalıydı.
Amcam ve ailesi geldiğimden beri beni çok iyi ağırlıyorlardı. Hatta o kadar iyiydiler ki, bu söylemime bile kızabilirlerdi. İhtiyatla benim bir misafir olmadığımı, burasının benim evim olduğunu vurguluyorlardı. Bu anların çoğunda sessiz kalıyordum. Böyle hissedebilmem için aramızdaki yabancılığın kırılması gerekiyordu ve ben henüz onları tanıdığımı hissedemiyordum.
Buraya gelmemin üzerinden iki hafta geçmişti. Benim için bir oda hazırlamış olmaları beni şaşırtmazdı ancak yengem çatı katının yarısını kaplayan bir odayı benim için ayırmıştı. Ve zevkimi bilmediği için hoşuma gidip gitmediğini sorarken yüzünde bir parça mahcubiyetin izi vardı.
Ben mi normal değildim yoksa onlarda mı bir sorun vardı, hâlâ anlayabilmiş değildim. Neden beni bu kadar umursadıklarını da anlamıyordum. Beni tanımıyorlardı. Belki de bir seri katildim? Nasıl rahatça evlerine alıp bütün imkanlarını da önüme bırakabiliyorlardı? Benim bunu yapabileceğim tek kişi Elçin'di ve onu da doğduğum günden beri tanıyordum. Onun dışında hayatıma kim girdiyse, eksik kalsaydı dedirtmeden gitmemişti. Galiba Alkanlara kimse kazık atmamıştı.
Yengem bu odayı bana verdiğine bin pişman da olmuş olabilirdi. İki haftanın uzun bir süresini buradan çıkmadan geçirmiştim ve beni her gördüğünde daha sık görmek istediğiyle ilgili dokundurmalar yapmadan durmamıştı ama beni sıkboğaz etmek istemediğini de anlayabiliyordum. İlk birkaç günüm yerleşmekle ve evin düzenine alışmakla geçmişti gerçi. Mısra ise zaten beni hiç yalnız bırakmamaya kararlıydı. Odamdan çıkmayalı iki saat olmuşsa kendisi geliyor ve bana rastgele bir şeyler anlatmaya başlıyordu. Bazı akşamlar sahilde yürüyüşe çıkıyorduk ve ağabeyi Mirza ve arkadaşlarının gittikleri kamptan dönmeleriyle ilgili söylenmelerini dinliyordum. Bana onlardan da bahsetmişti ama çoğunu hatırlamadığıma emindim. Mirza ve kaptanı olduğu takımın kamp maceraları pek de ilgimi çekmiyordu açıkçası.
Masamın üzerindeki tüm kağıtları toparlayarak defterlerimin olduğu çantaya yerleştirdim. İki haftada çok dağılmadığımdan toplanmam da uzun sürmemişti. Sadece yazdığım kompozisyon çalışmalarım vardı, bavulumun içindeki kıyafetlere dokunmamıştım bile. Bana odayı verdiklerinde dolabın büyük bir kısmını da doldurmayı atlamamışlardı, o yüzden ihtiyacım olmamıştı. Pembe bavulum ve ben, kampüse gitmeye hazırdık.