Pablo Haythamİlkini öldürme gibi bir planım yoktu. Sadece... kolaydı işte, sanırım. Ellerimdeki kanı hiç düşünmeden üstümdeki deri zırha gelişi güzel bir şekilde sürmüştüm ve daha sonra saçımı sol elimle sertçe geriye doğru taradım. Kendime gelmem biraz uzun sürmüştü, bende beklemiyordum. Tabii, hangi normal insana sorarsanız sorun hiçbiri kendisini bir katil olarak hayal ettiği cevabını vermez.
İkincisi daha kolaydı, daha zayıf. Kadın can havliyle kaçmaya çalışırken ben, nereden geldiğini ve neden elimde vücudumun bir parçasıymışçasına sıkıca tuttuğumu bilmediğim kömür siyahı kılıcı sırtından sokup kalbine geçirdim. İsteyerek bunları düşünüyor veya yapıyor değildim, dış etkenler yüzünden diyorum hep kendime. Bir şey onları öldürmem için doğru zamanı, doğru yeri ayarlıyor, doğru aletleri elime veriyordu sanki.
Üçüncüsü, o hafta öldürdüğüm insanların sonuncusuydu. Neredeyse benimle aynı yaştaydı, belki benden de genç. Dikkatli bakılınca aslında gayet temiz bir yüze sahipti ve yakışıklıydı da. Bakımlı kaşları ve çim yeşili o gözleri... Tam o anda içimde birkaç parça daha yerine oturdu. Çocuğun suratına bakarken hissettiğim heyecan ve endişe duygusu, sürekli kafamın içinde köprüyü geçmemi fısıldayan şeyin verdiği duyguyla tamamen aynıydı. Boynumdan omurgamı yarıp aşağıya doğru akan bir kıvılcım nehri vardı sanki, irkilmiştim de. O çocuğu da öldürmem uzun sürmedi. Kılıcımı boynundan sokup kanlar fışkırmaya başlayınca diğer elimle saçından tutmuştum. Kılıcımı döndürerek ona fazladan acı vermiş olduğunu tahmin ettiğim şekilde kafasını koparmıştım. Bu noktadan sonra "ne oluyor bana?" diye sormamın hiçbir anlamı da yoktu zaten. O sırada da uyanmıştım. Hafta bitimiydi, bir şekilde hayatta kalmıştım. Ancak merak etmeye de başlamıştım, eğer ölen kişi ben olursam ne olacaktı? Her ne kadar rüya olduğunu bilsem de uyanamıyordum. Herhangi birinin de rüya ortasında beni uyandırabileceğini sanmıyorum. Nedenini araştırmaya başladığımda hiçbir şey bulamamıştım. Neredeyse kimse rüyaların başka bir evrende yaşamışçasına olması hakkında bir bilgi vermiyordu. Cidden, benim rüyalarım rüya mıydı?
Daha sonraki iki gün, gördüğüm rüyalar aynıydı. Sonunda beynimdeki sesin bahsettiği köprüyü görebilmiştim ama önümde bana engel olmaya çalışan devasa, gümüş zırhlı bir kadın vardı. Yine benden katbekat büyük olan mızrağını bir oraya bir buraya savurup rüzgarların esmesine neden oluyordu. Tabii bende zavallı bir şekilde kısa süre sonra bu kadın tarafından öldürülüyordum. Şu an bu rüyalar hakkında bildiği tek şey rüyada öldükten sonra gerçek hayatta da rüyanın içinde de hiçbir şeyin değişmediğiydi. Tabii, öldükten sonra hemen uyuyamıyordum. İlk kez bu kadınla karşılaştığım gün biraz zaman geçirdikten sonra tekrar uyumayı denedim ancak başarısızlıkla sonuçlanan bu maceram mutfakta fransız tostu yapma girişimimle son bulmuştu. Bugün öyle bir şeyi denemek dahi istemiyordum. Akademi yüzünden bitkin düşmüştüm.
Diğer iki günden daha fazla saniye dayanmıştım ancak sonuç değişmedi. Adını Brunhilde koyduğum bu zırhlı kadını yenmemin imkanı yoktu. Önce bacaklarımı, daha sonra kollarımı kesmişti. O vücudumu nasırlı elleriyle tutup yüzündeki otuz iki diş gülümsemesiyle birbirinden ayırırken ben gözyaşları içinde bağırıyor ve yardım çığlıkları atıyordum. Ancak tahmin edilebilecek sonuç, işe yaramadı. Öldükten sonra hızla yatağımdan doğruldum, nefes nefese kalmış ve terlemiştim. Terden ıpıslak olan yüzümü silmek için yatağımın yanındaki çekmeceyi açtım. Islak mendil, başka bir paket ıslak mendil daha, losyon... işte, kağıt havlu. Ruloda neredeyse bitmek üzere olan kağıt havludan koparıp yüzümü ve ellerimi sildim. Duvarımda asılı olan ve aylardır dokunmadığım saate baktım. Saatin kaç olduğu görmek zordu, üzeri tozlarla kaplı ve az daha olsa örümcek ağlarıyla da kaplanacak olan annemin hediye ettiği pembe saat. Sıkıntıyla iç çektim. "Ah, lanet olsun..." Elimle sol gözüme baskı uyguladım. Kendimce yataktan çok hızlı bir şekilde kalktığım için sersemlettiğim beyin hücrelerimin tekrar çalışmaya başlaması için bulduğum bir hızlandırmaydı bu.
Karanlıktan bebek mavisi duvarlarının siyah göründüğü darmadağınık olan odamdan çıkıp el yordamıyla koridoru ilerlemeye başladım. "Nerede benim Allah'ın cezası telefonum?" diye söylenerek tozlu merdivenlerden aşağıya iniyordum ve bu sırada çıplak ayaklarımla bıraktığım izlerin tıpkı korku filmlerindeki elinde bebekle gezen katil çocukların bıraktığı ayak izlerine benzediğini düşünüp kendi kendime gülümsedim. Sahi şöyle bir düşünce, apartman dairem küçük bir yer değildi. Annemin bağlantıları mıymış neymiş işte, sağ olsunlar onlar yüzünden kocaman evi tek başıma temizlemek en az üç günümü alıyordu...
Dünyada kimsenin çekmediği kadar derin bir iç çektim. Sonunda açık plan salona gelmiştim ve elimi ışığa doğru uzattım. Birkaç saniye tuşun yerini bulana kadar elimle duvarın tüm tozunu almıştım bile. Işığın açılmasıyla birlikte gözlerini kırpıştırıp alışmayı beklediğim sırada, masaya ve koltuğun etrafına falan bakıyordum. Telefonumu mutfak tezgahına koyduğumu hatırlamam ise birkaç dakikamı aldı. Küfrederek elime aldığım telefonun şarjı da yoktu zaten. "Derin derin nefes al, sakın telefonu duvara çarpma. Paran yok. Paran yok, unutma. Paran yok." diyerek acı sözlerle kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Çok sevgili arkadaşım Isaac'in kulakları çınlasın, alıştırmıştı beni de kendi acıtasyonuna. Ne zaman mantıklı düşünmemi gerektiren bir eyleme kalkışsam acı gerçeklerle kendimi kontrol ediyordum.
Kahve masamın hemen üstünde bulunan diz üstü bilgisayarımı açtım. Saat sabahın üç buçuğuydu. Hazır ışıkları yakmış, bilgisayarımı elime almış, armut koltuğuma yerleşmiş ve uykum fazlasıyla açılmışken, neden internette biraz gezinmeyeyim ki diye düşündüm. Nasıl olsa uyuyamayacaktım ve ilkbahar araştırmalarımı da çoktan bitirip teslim etmiştim. Arama motoruna gördüğüm rüyalarla ilgili çeşitli şeyler yazdım. Ne cennetten çıkmış gibi görünen zırhlı bir kadından ne de diğer öldürdüğüm canavarlardan bahseden birileri yoktu. Şu an hissettiklerim Brunhilde'nin karşısında zayıf kalmamdan dolayı kendime olan ve gittikçe alevlenen sinirim miydi yoksa asla o rüyalardan kurtulamayacağıma dair içimde duyduğum bu karanlıktan daha karanlık umutsuzluk duygum muydu bilmiyorum. Ne olursa olsun bu yaşadıklarımın diğerlerine aktarılması gerektiğinin farkındaydım, tek olmam mümkün değildi. Neredeyse her Allah'ın günü kullandığım Word uygulamasında yeni bir boş belge açtım. Bembeyaz ekrana bakarken atmıştım başlığımı.
"Rüya Lordu'na..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
♔ Gül Hükümleri 01: Devrimin Külleri
Fantasy♔ The Rose Provisions 01: Ashes of the Revolution ※※※※※※※※※※ Her akşam uyumaya korkuyor, çünkü uyuduğunda kendisini bambaşka bir dünyada buluyordu. İlk başta birilerini öldürmek kolay olsa da karşısına farklı türden sürüngen canavarlar, ejderhala...