Pablo Haytham
Akademiye ilk başladığım sıralardı. Çok güzel bir kız görmüştüm, taş duvarların yanında oturup kitabından kafasını kaldırmayan. Simsiyah saçlarıyla beni benden almıştı. Haftalar geçti, aylar geçti. Birilerine bağlı kalmakta en büyük problemleri yaşayan ben şu an kıza resmen takıntılı hale gelmiştim. Benim olduğum tarafa bile bakması yüzümün alev almasına neden oluyordu.
Gözlerine bir baksam sanki her şey rayına oturacak gibi, ellerimi teninde gezdirsem içimdeki bu yangın sönecek gibi, izin verse o güzel saçlarına galaksileri indirecek gücüm varmış gibiydi...
O gün eve döndüğümde hiç beklemediğim bir manzarayla karşılaşmıştım. Günahımı bile vermeyeceğim insanlar oradaydı. Güzelim kanepemi cahil kıçlarıyla kirletmişlerdi. Annemin parazit akrabalarıydı, nefret ediyordum her birinden. Özellikle Rusya'da yaşayan kuzenlerim ve eniştem. Bir geldiklerinde konuyu bir şekilde babama çevirir ve her zaman annemi ağlatırlardı. Paralarından yakınır, işerinin gelirinden bahsederdi. Arada sırada yanımızda olan Isaac ile de aralarında fısıldaşırlardı kuzenlerim. İki ikiz kız kardeş, ikisinin de Isaac'e aşık olduklarına şüphe yok. Mutfakta sürekli bana dedikodu taşıyan Isaac ise her defasında eniştemin dediği şeylere şaşırırdı.
"Senin de şu eniştenin dini imanı para olmuş." derdi gülerek, içten içe kendisi de paraya hasretti. Isaac işte, tek derdi eğlence. Günün birinde şu şu akşam kuzenlerinle beraberdim derse hiç şaşırmam bile. Gerçi üç kişi bana bile fazla gelebilir... Sadece arada bir düşünsem de bir tiksinti geliyordu.
"Sen doğduktan sonra her şey değişti be Pablo!" diyerek şaka yaparcasına varlığıma hakaretler yağdıran enişteme trafik kazasında ölen karısının işeri hakkında yorum yapmaktan hiç mi hiç çekinmiyordum. Karısı eskiden çok tanınan bir pavyon şarkıcısıydı... Hiç sormayın.
"Babanla karımı kıyaslarsan da eline bir şey geçmez yeğenim. Benim güzel karım o güzel sesiyle şarkısını söyler gelirdi, değil mi ama? " diye anneme baktıktan sonra -ölmüş kız kardeşine kötü bir imada bulunmayacağını bildiğinden- kahkahalarla beni susturabileceğini düşünse de yanılırdı hep. Bendim, illa ki diyecek bir şey bulurdum. Edecek bir hakaret, söyleyecek bir üst söz.
"Bunu teyzem pavyonun arka giriş kameralarında kendinden yaşça büyük müşterilerine verirken izleyen güvenlik görevlisine de sordun mu?"
O gecenin sonunda annemden okkalı bir tokat yemiştim. Eniştemler gittiklerinde mutfakta tost yaparken beni yakalamış, gördüğü gibi ağzımın ortası bir güzel patlatmıştı. Özür de dilemedim. Ya ne yapacaktım?
"Ah eniştem, vah eniştem. Ben doğduğum için babam alkolik oldu, annemi dövdü, genç genç kızları taciz etti, kumara yatırdı tüm parasını ve neredeyse öldürülüyorduk. Biz kurtulduk ama diğerleri kurtulamadı. Babamı katil yaptığım için ne kadar ayağınıza kapansam az. Özür dilerim doğduğum için, eniştem zaten bu konuda konuşması gereken -annemden bile önce- ilk kişi olduğu için ondan da doğduğumdan dolayı ayrıyeten ayaklarına kapanıp af dilemeliyim."
Dış kapının dış mandalı -eniştem- bu konuda çok heyecanlı ve çok seviyor olacak ki her geldiğinde bu konuyu açıp tıpış tıpış evden gitmekten yorulmuyordu. Piç herif. Ne zaman kendi kendime onlarla dalga geçsem aklıma bunlar geliyordu. Kahkahalarla güldüğüm bu düşüncelerle neredeyse iki ay geçirmiştim. Akademinin tekrar başlamasıyla beraber bunlar yavaş yavaş kaybolmuştu. Yaklaşık yarım yıl sonra takıntı haline getirdiğim kızın adını öğrenmiştim. Kelebek anlamına geliyordu... Tam ona layık olduğu düşünerek gülümsüyordum, aptal gibi.
Ne zaman anneme o kızı anlatsam aklına gençken babamla yaşadıkları gelirmiş. Öyle garip bir his oluyor işte, derdi. Düzgünce oturup hiç konuşmadığımız bir konuydu, benden öncesi. Kalbini kırmak istemesem de ilişkimiz için iyi bir şey olacağını düşünüp sordum, zaten kimsenin doğru dürüst birbiriyle konuştuğu da yoktu. Beni delirten bu durumun içinden çıkmak için ilk adımı maalesef benim atmam gerekiyordu.
Oturduk, karşılıklı. Anlatırken ağlamasını istemiyordum. Kendisi de son zamanlarda duyduğu bir şey üzerine benimle babam hakkında konuşmak istemişti. Her şeyi tek tek anlattı.
Annemin dediklerine göre babamla lisenin sonlarında tanışmışlar. Mezuniyet miymiş, parti miymiş neymiş. İlk görüşte aşık olduk dese de bu söylediklerine pek inanıyor gibi çıkmazdı ses tonu. İçinde hep bir kırgınlık olduğunu görebiliyorduk. Bana anlattığı sınırlı sayıdaki güzel anının hiçbirini hatırlamıyordum. Ben doğmadan önce nasıl birisi olduğu küçükken hep merak ederdim. Kendi pisliğinde boğuluyordu şimdi de.
Adını bile hatırlayamadığım babamın özlemini duymuyordum tabii ki, annemin düşündüğünün aksine. Ondan nefret ediyordum. Yakalanıp hapse girene kadar yaptıklarından dolayı suçlanması gereken tek kişinin de yine kendisi olduğunu savunmamamı gerektirecek bir kanıt yoktu ortada. Bir özlemim olduğu doğruydu, kalbim kırıktı. Anneme veya babamın incittiği diğer insanlara üzülmüyordum, herkes okul çıkışında babasının kucağına koşarken tek başıma eve döndüğüm her gün için üzülüyordum ben. Babam olmadığına üzülmüyordum, babasız geçen günlerime üzülüyordum. Öyle ya, benim tam bir ailesi olan çocuklardan farkım neydi?
"Arada aklıma gelince gülüyorum o zamanlardaki cahilliğime." diye bana anlatırdı annem Melanie. Ondan ne kadar nefret ettiğini her iki cümlesinin birinde mutlaka söylerdi. Ne kadar ondan nefret etse de, bizim babasız büyümemizi istemediği için katlandığı cehennemi anlatırdı, ağlarken. Hiç unutmuyorum, istersem cezaevine onu görmeye gidebileceğimi söylediği bir akşam çok kötü kavga etmiştik.
"Nesini görmek isteyeyim onun!?" demiştim, bağırarak. "Öylesine çaresiz birinden bana babalık yapmasını beklemiyorum. Küçüktüm belki ama bir şeylerin farkındaydım anne. Gece gündüz demeden içki içen, orada burada arkadaşlarının kolunda eve gelen, bazen gelmeyen, çocuklarını ve karısını döven, suç işleyen, başkalarının kendinden fazla değer verdiği kızlarına yanaşan ve onlara hayatının en kötü anını yaşatan sapık bir ihtiyarı görmeye gidecek de değilim zaten."
Annem bu dediklerimin doğru olduğunu ve söyleyeceği hiçbir şeyin babamın yaptığı pislikleri haklı çıkarmayacağını biliyordu. Öyle bir niyeti de yoktu aslında. Sadece "ne olursa olsun o senin baban" kadını "kan bağı aile demek değildir" erkeğiyle karşılaşmıştı. Anlattığına göre alkolün etkisindeyken bıçaklı saldırı, tecavüz, cinayet gibi kendisinin bile bilmediği suçlardan dolayı yargılanmıştı babam. 70 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
"Ölmek üzereymiş, sonradan pişman olma diye... Onu sevmediğini biliyorum, yaptıklarını da savunmuyorum. Ancak görüyorum Pablo, bir baba figürüne olan özlemini görüyorum. Belki aklı başına gelmiştir." Kendisi de babamın aklının başına gelebilecek bir insan olmadığını biliyordu, belliydi sesinden.
"Cehenneme kadar yolu var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
♔ Gül Hükümleri 01: Devrimin Külleri
Fantasy♔ The Rose Provisions 01: Ashes of the Revolution ※※※※※※※※※※ Her akşam uyumaya korkuyor, çünkü uyuduğunda kendisini bambaşka bir dünyada buluyordu. İlk başta birilerini öldürmek kolay olsa da karşısına farklı türden sürüngen canavarlar, ejderhala...