♔VI♔

13 7 1
                                    


Calypso

   Duvarlara tırnaklarımla şekiller kazıyordum. Karşımda benimle laf dalaşına girmeye çalışan muhafızı görmezden gelerek onu sinirden kızartmak son bir haftadır eğlenebildiğim tek aktivitemdi, tek eğlencem. Sinirden bağırmaya başlayan muhafız kemerinde takılı olan anahtarla hücremi açmaya çalışırken büyük ihtimalle benim canımı okumak istiyordu. Hızla elindeki mızrakla bana yaklaştığı sırada tek kaşımı kaldırıp ona küçümser bir bakış attım. Şu zavallı rüyalılar, bana ne yapabilirlerdi ki?

   Adam mızrağıyla bana vurmaya kalmadan nakavt olmuştu. Yerde yatan vücudu her ne kadar acı çekiyor gibi görünse de daha az umurumda olamazdı herhalde. Onu bu hale getiren, kapıdan olan biteni izlemekte olan prensese diktim gözlerimi. Ellerimi cebime koyup hiçbir şey demeden onu süzerken, gözlerim yere kan damlatan eline kaydı. Muhafızın kaskatı kesilmiş bedenine ayağımla bir tekme attım. Prensesin gözünün içine baka baka...

   "Cesur musun aptal mı anlayamıyorum Calypso." dedi o güzel sesiyle, bana doğru yavaş ve kendinden emin adımlar atarken. Muhafızın kapısını açtığı hücremden çıkıp omzumu demir parmaklıklara yasladım. Kafamla muhafızı işaret edip dalga geçercesine güldüğümde suratı düştü.

   "O hala benim vatandaşım, yerini bil." dedi otoriter bir şekilde. Omuz silktim, açıkçası hiç umurumda değildi. Gitmem için kafasıyla yukarıya çıkan merdivenleri işaret ettiğinde tavanın üstünden gelen sesler ikimizin de dikkatini dağıtmıştı. Derin bir iç çektikten sonra sinirli bir şekilde gözlerimin içine içine bakan prensese gülümsedim.

   "Sinirlerimi bozuyorsun, git artık."

   İç çekerken merdivene doğru yürümeye başladım. "Beni çıkardığın için başın belaya girmesin, Lyneth?" diye sorduğumda cevap vermeye bile tenezzül etmemişti. Sadece gözleriyle bana gitmek için işaret yapıp sinirlice iç çekti. Kan manipülasyonunu kullanarak felç bıraktığı muhafız yavaş yavaş kendine gelmeye başlayınca daha fazla orada dikelip Lyneth'i sinir etmeye çalışmak yerine omuz silkip oradan ayrılmak durumunda kalmıştım. Eğlencemin bu şekilde elimden alınması hiç ama hiç hoşuma gitmese de daha fazla soğuk saray altında kalmaya da niyetim yoktu açıkçası.

   Meşalelerin aydınlattığı duvarların arasından adım seslerimin karanlık koridorda yankılanması eşliğinde ilerliyordum. Yılan ve çıyanlardan korunmak için duvarlara sürdükleri kükürt tozu gözlerine yeterli gelmemiş olacak ki kapıların eşiğinde hiç durmadan burnuma dolan yanık lastik kokuları vardı. Merdivenlerin yosun tutmuş hali bana bu krallığın en büyük dört krallık arasından en güvenli olanı olduğunu bir kez daha hatırlattı. Her ne kadar çevreden izole bir yaşam sürmeseler de nedenini daha kimsenin anlayamadığı bir itaatkarlık söz konusuydu.

   Sonunda dışarıya çıkabilmişken gözüme vuran güneş ışığından korunmak istercesine elimle kendime gölge yaptım. Krallık sarayının hemen arkasında bulunan ağaçlık araziye çıkmış ve ayaklarımın dibinde, oldukça eski görünen küflü kapağa gözlerimi kısarak düşünceli bir bakış atmıştım. Yer altına inen merdivenleri gizlemek adına koyulmuş bu demir kapağı alelacele kapatıp üstüne kocaman bir taşı zorlukta kaldırıldı koydum. Bu Lyneth'in ve o çok sevgili muhafızının oradan çıkmasını geciktirecekti. Neden yaptığımı tam olarak bilmesem de sadece onların işini zorlaştıracağı düşüncesi bile beni eğlendiriyordu. Ben böyle biriydim işte. Kendi kendime sonraki adımımı düşünürken omuz silkip derin bir nefes aldım.

   Bugün, Rosenheim Krallığı'nın kuruluşunun üzerinden geçen yüz yedinci yılın anısına bir düello düzenlenecek ve kazanan kişiye kral tarafından elmas bir madalyon verilecekti. Asıl amacım o düelloda kendimi gösterip elmas bir madalyon almaktı ancak pazardan cebime soktuğum lanet bir elmanın yüzünden kendimi altı aylık bir cezaya çarptırılmış olarak bulmuştum.

   Daha önceden çok kez karşısına çıkıp tehditler savurduğum prenses Lyneth beni sürekli olarak kurtarması kafamı karıştırsa da minnettar olduğumu söylemeden edemeyeceğim. Delilik yapıp odasına ilk girdiğim gece boğazıma hançer dayamasını ve kim olduğumu umursamazca beni tehdit edip alev fışkıran gözleriyle vücudumu delmesini kaç gece denesem de unutamıyorum...

   İzlemeye gittiğim düellonun, kralın en iyi şövalyesi ve taşradan gelme ve kendine fazlaca inancı olan kahraman bozuntusu arasında olduğunu öğrendiğim saniye eğlenceli bir gösteri olacağını anlamıştım. Seyircilerin arasına karıştığımda aslında birinin beni tanımasının çok kolay olacağını düşündüysem de kimsenin dikkati benim üzerimde değildi. Herkes, arenadaki taşradan gelmiş ve oldukça cılız görünen adamın, kralın en iyi şövalyesi olan ve normal bir insandan çok daha iri cüsseli ölüm makinesi karşısındaki şansını tartışmakla ve kendilerince çıkarım yapmakla meşguldü.

   Boş bulduğum bir yere oturup etrafımdakileri dinlemeye ve biraz da olsa onların konuşmalarına katılmaya başladım. Hararetli bir tartışmaya girmişken neredeyse izleyicilerin hepsi paralarını ortaya koymaya, bazıları ise arenaya fırlatmaya başlamışlardı.

   Aradan geçen birkaç dakika sonunda kralın kırmızı kadife kumaş kaplı altın işlemeli koltuğunda kendi daha rahat hissetmek için kıpırdanması herkesin gözlerini kralın üzerine dikmesine neden olmuştu. Bununla beraber, düellonun başlamasına saniyeler kala arenadaki iki savaşçının da gördüğü tek manzara seslice tezahürat yapan seyirciler ve onların fırlattıkları paralardı, gökten üzerlerine yağan paralar...

♔ Gül Hükümleri 01: Devrimin KülleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin