~
Londra/1943 Mart
Louis, açtığı gözleriyle bir müddet tavanı seyretti. Sinir bozucu bir baş ağrısı vardı. Parmaklarını şakaklarına koyup, kapattığı gözleriyle yavaşça onları yoğurmaya başladı. Ancak pek bir faydası olmayınca ellerini indirip derin bir nefesle yine gözlerini açtı.
Yerinde doğrulup çıplak ayaklarının soğuk zeminle buluşmasına izin verdi. Gözleri küçük odanın içinde gezinirken, zihnine dolan korkunç gerçekle donakaldı.
Burası onun evi değildi!
Hızla yerinden kalktı. Kalbi birden hızlanırken telâş içinde titreyen bedeniyle etrafında döndü. Odayı adamakıllı gözden geçiremedi bile, her noktaya bakmaya çalışırken baş ağrısına bir de baş dönmesi ve mide bulantısı eklenmişti. Âdeta midesi köpürüp ağzından taşmak istiyordu sanki, burada ne işi vardı ki!
Kapıya yöneldi. Asıldığı kapı kolu, bir nebze de olsa içini rahatlatacak şekilde kapıyı açmasını sağlayabildi. Uzun koridora çıktığında sessiz ev içerisinde dudaklarından sıyrılan soluklar duyuluyordu.
Burada ne işi vardı, Tanrı aşkına?!
Koridor boyunca giden halı üzerinde temkinli şekilde yürürken, siyah, pamuklu pijama gömleğinin içinde ne kadar küçük olduğunu düşünmemeye çalıştı, tıpkı bu ev onun olmadığı gibi bu da onun pijaması değildi.
Buraya nasıl geldiğini, neden başka birinin evinde, başka birinin yatağında uyuduğunu ve neden başka birinin pijaması içinde olduğunu anlamlandıramıyordu. Her şey karmakarışıktı. Midesi daha çok bulandı ve başı daha çok döndü ama aklına sakinleşmek için durmak bile gelmiyordu, bu evden bir an önce çıkmalıydı!
Koridor büyük bir salona açılıyordu. Mutfakta lavabonun içinde yıkanmayı bekleyen iki tabak ve iki bardak vardı. Kırmızı beyaz puantiyeli kısa perdelerle camlar örtünmüştü ve şömine önündeki dağınıklık, yaşam alanı içinde olduğunu hatırlatır nitelikte onu daha fazla korkuttu.
Buraya nasıl gelmişti?
Sonunda kapıyı bulduğunda o tarafa hızlıca yürüdü ama ayakları çıplaktı. Sürekli giydiği siyah, kirli ve yırtılmak üzere olan ayakkabısını göremedi ama onları arayarak vakit kaybetmenin doğru olmayacağını düşündü, kendisini kaçırıp bu eve getiren kişi her an bir yerden çıkabilir ve onu engelleyebilirdi.
Hızla kapıyı açıp kendini dışarıya attı. Ardından birileri takip eder diye korku duyarak sıkıca kapıyı kapattı ve çok da yabancısı olmadığı sokağa bakındı. İkindi vakitleri olmalıydı. Hava kararmaya yakın gökyüzü turuncumsu yakamoz renginin skalasıyla donanmıştı.
Sokağı tanıyordu, evi buraya çok uzak değildi, hemen arka sokağın sağından yüz metre ilerlese evine ulaşırdı! Bu evde kimin yaşadığını, buraya nasıl geldiğini ve kim tarafından getirildiğini anlamlandıramıyordu. Bu onu daha da korkuttu. Yoksa bir tanıdıkları, bir komşuları, bir uzak akrabası mıydı Louis'yi bu duruma düşüren?
Evinin nerede olduğunu bildiği yöne döndü ve çıplak ayaklarını umursamadan koşmaya başladı. Yaşlarını tutma gereği duymadan, parmaklarına kadar uzanan pijamanın ucuyla onları sildi.
Başı ağrıyordu, korkuyordu, bedeni buz kesmişti, titriyordu, her an kusabilirdi ve ayaklarına batan küçük taşlarla bir an önce evine ulaşmak istiyordu. Nefes nefeseydi. Rüzgârı her yuttuğunda önce boğazı tahriş oluyor, sonra da ciğerleri acıyordu.
Sonunda evine ulaştığında olanca gücüyle bordo renkli kapıya vurmaya başladı. Vuruşları yumruklara dönüşüp, "Anne!" diye bağırırken, sokakta tahta arabalarıyla oynayan çocuklar merakla onu izliyordu. "A-ANNE AÇ KAPIYI! NE OLUR AÇ KAPIYI! BENİM! LOU!"
Korku içinde atan kalbi, karşısında annesini gördüğünde rahata kavuştu ve yaşları eşliğinde onun boynuna sarılıp büyük bir hıçkırık bıraktı.
Annesi Jay, oğlunu sarmalayıp tereddüt etmeden içeriye aldığında, kapıyı ardından kapattı ve titreyen oğlunun saçlarını okşayıp, "Geçti bebeğim," diye fısıldadı. "Sakin ol aşkım, sakin ol güzel yavrum. Buradayım."
"B-beni kaçırdılar anne. Anlamadım. B-ben başka yerdeydim ve... ve siz yoktunuz ve ben- ben çok yalnızdım!"
"Ne demek kaçırıldım, oğlum?" Jay endişeyle oğlunu kendi bedenine bastırdı. "Neyden bahsediyorsun sen?"
"Bilmiyorum." Ağlayışı arasından bir hıçkırık kopardığında daha sıkı sarıldı annesine. "Bir evdeydim... Arka sokaktaki bir evde! Kurtulamayacağımı sandım. Gerçekten o kadar- O kadar korktum ki, öleceğimi düşündüm."
Jay, oğlunun bu cümlesiyle endişesini üzerinden atarken gözlerinde hüzünlü bir yorgunluk belirdi, oğlunun saçlarını şefkatle öptü. "Odana geçip dinlenmek ister misin?"
Louis buz kesmiş bedenini annesinden ayıramadan, sıktığı çenesiyle başını hızlıca aşağı yukarı salladı. Jay, oğlunu omuzlarından sarıp odasına çevirdi ve yatağın üzerine oturmasına destek oldu. Annesinin eline sımsıkı tutunurken titriyor ve sessizce ağlamaya devam ediyordu.
"Çok korkunçtu." Gözbebekleri irileşmiş, titreyen bedeni arkaya ve öne doğru sallanıyordu. Yüzünün rengi atmışken, dudakları morarmaya yakındı. Annesi Jay, bu hâline dayanamayıp, yüreğindeki acıya göz yumarak oğlunun başına yatıştırıcı bir öpücük daha kondurdu.
"Anlıyorum bir tanem."
"Kaçamayacağımı sandım ama- Şükürler olsun ki buradayım. P-polise haber verdiniz mi? Beni çok- çok aradınız mı?"
"Şimdi konuşmayalım bunları. Burada bekle, sana sıcak papatya çayı yapıp getireceğim aşkım, yatıştırır seni. Sonra konuşuruz."
Annesi oradan ayrılınca, Louis titreyen bedenini yatağa uzatıp sağına döndü. Ellerini başı altına alarak irileşen gözlerini boşluğa diktiğinde, yaşadığı duruma hâlâ inanamadığı için teni buz kesmişti. İlkbaharın tatlı sıcaklığına rağmen üşüyordu, yoksa korkudan hipotermi geçirmek mümkün müydü?
Nasıl oraya gitmişti? Ya kaçamasaydı? Ya orada kalmaya devam etseydi? Ya evin sahibi, Louis kaçarken yakalasaydı? Yakalanacak olma ihtimali onu daha da ürküttü ve dolan gözleriyle yüzünü yastığa gömüp sessizce ağlamaya devam etti.
Acaba ona bir şey yapmışlar mıydı?
Hiçbir şey hatırlayamıyordu. Artık evinde olduğu için rahatlamış olsa da kaçırılmış olduğu düşüncesi sebebiyle göğüs kafesi hâlâ çok acıyordu. Şimdi dışarıya nasıl çıkacaktı? Dışarısı, artık Louis için güvenli değildi. Hem de hiç değildi!
Bu durum nasıl mümkün olabilirdi ki? Belki de bayılmıştı ve biri onu evine almıştı? Ama hayır, bu imkânsızdı. Dün gece evinde uyuduğunu, hatta annesine çamaşırları yıkamada yardım ettiğini çok net hatırlıyordu. O hâlde nasıl olur da başka birinin evinde, başka kıyafetler arasında oluyordu?
Annesi geldi. Papatya çayını oğluna verip yanına oturdu. Louis çayı içmeden önce hararetle bir şeyleri anlatmaya çalıştı. Öyle çok konuşuyordu ki susmak bilmiyordu. Kırmızı perdeleri, evin soğukluğunu ve yaşadığı korkuyu tasvir ediyordu. Kaçırıldığını söyleyip delirecekmiş gibi oluyordu ama annesi oğlunu böyle görmeye dayanamıyordu. Kadının gözleri dolu doluydu ve oradan gitmeden önce öyle bir şey dedi ki, Louis sadece ardından bakakaldı.
"Kırmızı perdeli ev senin evin, Louis."
Ancak bu evde öyle bir perde yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Remember Me 🌻 | Larry ✔
RomanceLouis hiç bilmediği bir evde uyandıktan sonraki günler boyunca gizemli bir adam tarafından takip edildiğini fark eder. Adamı her gördüğünde hem ürker hem de derin, karmaşık ve kalp sızlatan hisler duymaya başlar. Gizemli adam bir gün karşısına çıktı...