Hanbin hala bir haber olmaması her birini ayrı kahrederken Hao saatlerdir odasındaydı. Şarjda olan laptopunda açık olan sayaçta geçen saniyeleri tek bir gözünü kırpmadan izliyordu. Telefonlarına hala cevap vermiyor mesajlarına bakmıyordu. Daha doğrusu telefonuna ulaşılmıyordu bile. O an düşündü Hao, acaba çok mu darlamıştı onu? Bu yüzden mi kaçmıştı? Ya kaçmadıysa da başına bir şey geldiyse? Hao o an onun kötü olmasındansa Hanbinin onda nefret etmesini istedi.
54.08.21, 22, 23, 24..
Yavaşça artan sayılardan gözlerini ayırmıyordu bile Hao. İki günden fazla süredir gözüne uyku girmiyordu doğru düzgün, arada gözleri kapanıyor ama sıçrayarak uyanıyordu hemen ardından. Uyumak istemiyordu olurda Hanbin gelirse onu görmek istiyordu. Sımsıkı sarılmak onun omuzunda ağlamak istiyordu. Ona vurmak neden haber vermediğini bağırarak sorgulamak istiyordu ancak şuan ayağa kalkmaya bile hevesi kalmamıştı. Oysaki dün gecede ne kadar güzeldi araları. Acaba onu üzecek bir şey mi yapmıştı, aklı karışıktı fena halde. Yemek yemeye bile çıkmamıştı ne Gyuvinle ne Taerae ile ne de Yujin ile konuşmamıştı bile. Onlar dışarıya çıkıyor sürekli gördükleri her kişiye soruyorlardı. Hao ise sadece bekliyordu, olurda aklına geliriz de evine döner diye.
Çalan telefonu ile düşüncelerinin kapıları kapanmıştı adeta ona. Kafasını dün sinirden yere attığı, kapının köşesinde duran ekranı çatlamış telefona çevirdi. Aklına Hanbin olma ihtimali gelince hızlıca ayağa kalktı, başı sarsıcı bir dönme yaşasa bile umursamadı. Bacakları ayakta durmayı kaldıramamış ve çocuğun yere yığılmasına izin vermişti. Sırtını duvara yasladı ve eline aldı telefonu. '妈妈(anne)' gördüğü yazı ile adeta hayalleri suya düşmüştü, ısrarla kapanmadan telefona baktı boş boş. Açmalı mıydı, açmak istemiyordu ama başına ajan üşüşmemesi için yapmak zorundaydı. "Alo? Oğlum" karşıdan gelen tanıdık sesle kafasını duvara yasladı. "Ne var?" "Nerelerdesin bakayım sen, ne demek koreye gittin Hao, hiç haber vermeden hem de düğün gününde!" gözlerini devirdi Hao. "gelinin gayet memnundu, lütfen konuşmayalım. Gelmeyeceğim" annesi sızlanarak konuşmaya başladı. "Ne demek gelmeyeceksin? İt gibi geleceksin, annenim ben senin ya. İnsan azıcık önemser çevresini, bencillik ve nankörlük yapma boşuna. Bizimde huzurumuzu kaçırdın dön yeter. İstemiyorsan evlenme ama imajımızı paramparça ettin Hao" Oğulları aldatılmıştı, çökmüştü, ölüyordu. Kalp atışları durmak üzereydi. Annesi ise karşısına geçmiş imaj diyordu. Hao annesinin dediklerine hak verdi. Tamam belki bencildi, nankördü. Zhang ailesinin imajını yerle bir etmişti. Ama o da yerle bir olmuştu zaten.
Telefonu kapatıp yanına bıraktı. Annesinin dırdırını çekmemek için baştan açmamalıydı. Tekrar aklına güzel gülümsemeli çocuk geldi. O yanağındaki gamzelerine dokunmayı ne de çok özlemişti. Okyanus kokusunu içine çekmeyi, sımsıkı sarılmayı, saçlarını karıştırmayı. Etrafın buğulandığını hissetti Hao. Tekrar doluyordu gözleri. Engel olmak istemedi bir kez daha. Gözlerinden akan damlaların yanaklarından öylece süzülmesine izin verdi. Gözlerini camdan içeri giren sokak lambasına çevirdi. Yavaşça kendini taşımakta zorlanan bacaklarına güvenerek ayağa kalktı. Sorun değildi, ilk düşüşü değildi bu.
Odasındaki sürekli hanbin ile takıldığı minik balkona çıktı. Yer yatağına kuruldu yavaşça. Tamamen gözyaşlarına izin verdi. Ne yapacaktı böyle? Gelmiyordu işte, bekliyordu bir umut. Her markete çıktığında geldiği yoldan birden silueti belirirdi, gölgesinden tanırdı onu Hao. Heme içeri girerdi, onu beklediği anlamasın diye. Şimdi neden sokak lambasının önü bomboştu? Tek bir hayvan bile geçmiyordu gölge olacak. Neredeydin Hanbin. Belki senin için hiçbir şeydik, ancak benim için her şey olmuştuk bile. Bir haber veremeyecek kadar mı sevmemiştin beni? Değer vermemiştin bize?
Önündeki boş lambalara baktı, baktı sessiz sokağa. O yok diye mi böyleydi, dünya bile dönmüştü şuan bu binaya sırtını. Bomboş geldi o an bu şehir Haoya. Nereye kaybolmuştu genç adam. Bilmiyordu, tek dileği iyi olmasıydı. Bu gece de yalnızdı bu balkonda. Belki bir umutla gülümsedi ağlarken. Ne kadar da acı veriyordu, o yokken gülümsemek. Bekleyecekti, gözlerini evlerinin karşısındaki kaldırımlara dikilmiş olan sağdan 6. sokak lambasına bakıyordu. Belki olurda bir gölge görür diye.
Gözlerinden minik ışıltılı sular akarken dudakları aralandı Haon'nun. "Yalnızlık ne mavi derinlikleri olan denizlerde nede sıcak çöllerde olmaktı, yalnızlık bu şehirde seni arayıp da bulamamaktı Sung Hanbin."
_______________
Ne yapıyorm bilmiyorum inş güzel bişi olr
haonun meşhur balkonu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tie tie-haobin
FanficKarşımda ki takım elbiseli çocuğu gördüğümde gülmeden duramamıştım. Aynı durumda mıydık..cidden mi?