baby we're the new romantincs
-
çiçek açan elma ağaçlarının meyve verdiği haziran ayı
ciddi anlamda ölecek gibi hissediyordum.
oturduğum masada bir bilgisayar, onun hemen yanında tadı hoşuma gitmese de ortama güzel bir koku yayan kahve makinesi, klavyenin altında tuttuğum renkli not kağıtları, tam karşımda kim taehyung- evet, tam karşımda oturuyordu. adını buraya birlikte geldiği arkadaşı ona seslendiğinde öğrenmiştim ve sürekli söylemek istiyordum. hatta, tanrım bundan çok utanıyordum ama, geceleri farkında olmadan ismi dudaklarımdan sanki ezberimde olan bir şiir gibi dökülüveriyordu ve kendi sesimi duyar duymaz parmak uçlarım içimde kaynayan bu hisle birlikte iki yana kıvrılan dudaklarıma ulaşıyordu.
henüz ona ismiyle hitap etme şansına sahip olmamamıştım. öyle duruyordu ki, görünüşü ve her gün elinden düşürmediği ders kitaplarıyla yaşının benden büyük olduğunu tahmin ettiğim bu kişiye asla adıyla seslenmeyecektim. bu... kaba olurdu. o yüzden konuşma fırsatı bulduğumda onunla resmi konuşuyordum, samimi olmadığımız için hyung bile diyememiştim henüz.
onunla samimi olmayı gerçekten o kadar istiyordum ki, en azından günaydın demek, gününün nasıl geçtiğini sormak ya da ne bileyim, canım sıkıldığında bir mesaj atıp, onunla bir şeyler içmek içmek çok iyi olurdu. şu an aramızda olan tek şey aklıma geldikçe uykularımı kaçıran gülümsemelerdi. kahveyi çok seviyordu o yüzden kahve almak için geldiği her an ağzı önce merhaba demek için aralanıyor ardından da o güzel dudakları iki yandan havaya kalkıp sıcacık bir gülümseme veriyordu bana.
bunu özellikle yapıp yapmadığı hakkında epeyce düşünmüştüm fakat henüz vardığım kesin bir sonuç yoktu. bu güzel gülümsemesi sadece bana mıydı yoksa etrafında herkes mi görüyordu? eğer cevap ikinci seçenekse kalbim buna biraz alınabilirdi.
beş dakikadır okuduğum ama bir türlü sonuna gelemediğim ve cümleleri birbirine karıştırdığım kitabın kapağını kapattığımda kim taehyung önünde olan kitapları yavaşça hep tek omzuna astığı siyah çantasına yerleştirmiş, çöplerini tek elinde toplayıp ayaklanmıştı. buraya geliyordu.
buraya geliyordu!
"merhaba," diye mırıldandı sesini içeridekileri rahatsız etmek istemezmiş gibi kısık tutarken. küçük selamına karşılık gülümseyip başımı eğdim. "kahve alıp gideceğim."
"istersen-isterseniz ben verebilirim?" yanaklarımı dişledim. çok utanıyordum, tanrı şahit, bu utanç yüzünden çantamı bile bırakıp koşa koşa gidecektim buradan.
"zahmet olmasın?"
"hayır hayır! ben hemen vereyim size." kızaran yanaklarımı gizlemek adına hızla arkamı dönüp iç içe geçmiş kağıt bardaklardan birine uzandım ve sonra da çoktan demlenmiş kahveyi dikkatlice doldurdum. heyecandan ellerim titriyordu.
"seni sürekli burada görüyorum ama... bizim okulda mısın? teşekkür ederim." sıcak olduğundan parmakları yanmasın diye altına bir tane daha bardak koyduğum kahveyi ona uzattım. elini cebinden çıkarıp hemen almıştı.
"hayır sizin okuldan değilim. ben henüz lise öğrencisiyim." hafifçe kıkırdadım. "büyük mü duruyorum?"
kafasını iki yana salladı. "hayır aslında ama liseye gittigini düşünemedim burada çalıştığın için. reşitsin sanıyordum."
benim hakkımda bir şeyler düşünmüştü. kalbimin heyecandan kıvranmasına engel olamadım. ah kalbim, kesinlikle şımaracaktı bu duruma. dikkatini çektiğim için miydi yoksa öylesine miydi?
"seneye olacağım," kelimeler dudaklarımdan güç bela çıkıyordu. üstümdeki siyah renkli bol tişörtün eteklerini kavradım parmaklarımla. burası neden sıcaktı?
belki de burası sıcak değildi ama yüce kim taehyung karşımda bir yunan heykelinden farksız durduğu için kanım damarlarım içinde kaynıyordu. üstünde benim giydiğim bol tişörte zıt geniş omuzlarını, ince belini ortaya çıkaran, güzel esmer kollarını ve boynunu gözler önüne seren renkli bir tişört vardı. altına da genelde olduğu gibi sıkı bir kot pantolon geçirmiş, beline siyah renkli bir kemer takmıştı. tişörtün etekleri pantolona basılı olduğu için kemeri daha da çekici görünüyordu. uzun ve şekilli parmaklarıyla yumuşacık görünen açık kahverengi saçlarını geriye doğru tarayıp pürüzsüz alnını gözler önüne serdi. tanrım! bu herifin tırnak şekli bile bu dünya üzerindeki birçok şeyden daha güzeldi.
"pekala, şimdi gitmem gerek. görüşürüz-adın neydi?"
"jungkook," diye söyledim hevesle. "jeon jungkook."
"iyi günler jungkook, kendine iyi bak."
-