he built a fire just to keep me warm
-
çok sıkılmıştım.ayağım yüzünden işten izin aldığımdan bütün gün evde kalmak zorundaydım ve taehyung yüzünden odadan tuvalete bile yürüyemiyordum. izin vermiyordu. her seferinde, gerçekten ama gerçekten her seferinde beni kucağına almaya çalışıyordu ama bunu hoşuna gittiği için mi yoksa hala ayağımın iyi olmadığını düşündüğü için mi yaptığını bilmiyordum zira ona defalarca kez ayağımın iyi olduğunu söylemiştim. hatta üstünde zıplayıp hiçbir şeyimin kalmadığını da kanıtlamıştım ama ikna olmuyordu. ben senden çok gördüğüme inanırım demişti ve işaret parmağını bileğimdeki artık rengi yeşile dönmeye başlayan morlukta gezdirmişti.
işte günlerim-günlerimiz böyle geçiyordu. bütün gün üçlü koltukta bir elim telefonda, bir elim cips paketi içindeyken hiç komik olmayan sabah programlarıyla başlıyordum güne. keyif aldığımdan değil, sadece saçmalığı inanılmaz bir şekilde ilgi çekiciydi ve kendimi sırf bunları izlemek için uyanırken buluyordum. sabah programları bitince taehyung uyanıp, neden kahvaltı etmeden abur cubur yiyorsun jungkook diye azar çekip yemek için bir şeyler hazırlıyordu ve çizgi film eşliğinde yemeğimizi yiyorduk. sonra, sen kesin bir şeyler istersin akşama deyip markete gidiyordu ve bir sürü güzel şey alıp önüme diziyordu.
onun yüzünden bir hafta içinde üç kilo almıştım.
şimdi ise, saat neredeyse dokuz olmuştu, ışıkları kapatıp televizyondaki yarışma programını izliyorduk. itiraf etmek gerekirse, benim izlediğim falan yoktu. yaptığım tek şey onu öpmekti. mis kokulu esmer boynunu öpüyordum ve huylandığını söyleyip güldüğünde gerilen dudakları oluyordu bir sonraki hedefim. tatlı tatlı emiyordum onları da, hoşuna gidiyordu çünkü. belimi saran sıcacık parmaklarını tutup arsızca kalçama indirmesini sağlıyordum, sıkıca tutup etimi kıstırıyordu. bir kere izin verse ben neler yapacaktım işte ama...
izlediğimiz yarışma programı reklama girdiğinde sana bir sürprizim var diyerek mutfağa gittiği neredeyse altı dakika olmuştu. "hyung! ağaç oldum burada gelsene artık. bak ayağa kalkarım, yere basarım görürsün sen gününü. aklın gider-duyuyor musun beni?" kendimi duymadığına ikna edip yerimden doğruluyordum ki suratına en güzelinden bir gülümsemeyle ve tek eliyle sıkıca tuttuğu pasta tabağıyla yanıma geldi.
"bu kadar sabırsız olmana dayanamıyorum. geldim işte," dedi koltukta yanıma otururken. pastayı da ortamıza koymuştu.
"bu ne?"
"pasta?"
"pasta yerine seni yiyebilirdim." tekrardan muzip ışıltılarla kaplanmış bakışlarımı ona çevirdim. bana inanmıyordu. eğer onunla bir kere sevişseydim ne denli zevk alacağıma ya da ne tür bir manyağa dönüşebileceğimi de bilmiyordu.
"mumları yakalım mı?" pastanın iki yanına yerleştirdiği mumları işaret ederken bir yandan da masanın üstündeki kırmızı çakmağa uzandı. "neyi kutluyoruz?" diye mırıldandım.
"öylesine," dedi mırıldanarak. "dilek dileriz." ve sonra mumları yaktığında sıcaklığını yüzümde hissettim.
taehyung'un ten rengi her an en iyisinde görünüyordu ama mum ışığında her zaman olduğundan daha can alıcıydı sanki. pürüzsüz ve yumuşacık. iki elimin arasına alıp okşamak istiyordum.
iki elini çenesi altında birleştirip sıkıca gözlerini kapatınca gülerek ben de onu taklit ettim ama ne dileyeceğim hakkında bir fikrim yoktu. en son onunla böyle bir şey yaptığımızda bütün kalbimle onu dilemiştim. 'tanrım, ne olursun onu benim yap.' demiştim. 'ne olursun beni sevmesini sağla.'
şimdi ne dileyecektim ki? benimdi ve bana aşıktı. konu ona gelince açgözlü olduğum kaçınılmaz bir gerçek olsa bile şu an manevi anlamda her şeyi olan bir adam gibi hissediyordum. evim vardı. ona sahiptim. her gece birlikte aynı yatağa girip tekrardan aynı sabaha gözlerimizi açıyorduk. aşkım kalbimden taşıp parmak uçlarıma kadar ulaşmıştı neredeyse!
yine de dilek dilektir dedim ve bu hakkımı boşa kullanmadım. 'tanrım lütfen bana onsuz bir gelecek yaşatma."
ve mumları üfledik. bana ne dilediğimi sorunca mızmızlık yaptın ve eğer söylersem kabul olmayacağını söyleyip kesin bir dille reddettim. "çok bilmiş," deyip dudaklarını büzdü.
"ama hyung sen böyle yaparsan," elimle sertçe çenesini kavrayıp dudaklarımı büzmüş olduğu dudaklarına bastırdım. "ben de böyle yaparım. sonra böyle yaparım," bir kez daha öptüm. "sonra böyle, böyle böyle..."
"ben de böyle yaparım," dedi ne olduğunu anlamadan pastayı masaya ve beni de altına çekerken. tişörtümü göğsüme kadar kaldırmış, kilo aldığım için şikayet ettiğim göbeğimi öpüyordu. bileklerimi de hareket ettiremeyeyim diye bir eliyle sıkıca tutup başımın üstünde sabitlemişti.
dudakları göbek deliğimin etrafından ıslak bir yol çizip giydiğim şortun belinde durunca bir anlığına gözlerim geriye kaydı ve dudaklarımdan kirli bir inleme döküldü. ona doğru ittirmeye çalıştığım kalçamı boşta olan eliyle engellemişti. "uslu dur." sıcak dudaklarıyla neredeyse kasıklarıma kadar öptü beni. vücudumun her yeri heyecandan kasılmıştı adeta. ona karşı fazla hassas olduğumu kabul ediyordum ama elimde olan bir şey değildi.
ellerimi saçlarına atıp çekiştirmek istedim ama parmakları bileklerimi öyle sıkı sarmıştı ki yapamadım ve bu, bu öyle hoşuma gitmişti ve kuruyan dudaklarımı ıslatıp sertçe ısırdım. bunun neden hoşuma gittiğini bile bilmiyordum!
karnımda hissettiğim sıcak nefesler yavaş yavaş boynuma çıktı, ona alan kazandırmak için kafamı olabildiğince geriye attım ve o da memnun bir şekilde o çok sevdiği benimim etrafına ıslak dudaklarını kapattı. dudakları arasında olan şey sanki benim tenim değil de çok sevdiği bir şeker gibiydi. dişleriyle ısırıyor, dilinin pürüzlü yapısını hissedebileceğim bir sertlikte bastırıyor ve sonrasında da geriye çekilip oyun oynamak ister gibi dudaklarını sürtüyordu. orada günlerce geçmeyecek bir iz olacağına emindim.
boynumla işi bittiğinde önce ellerimi serbest bıraktı ve sonrasında da koltukta öylece uzanan beni kucağına çekip sıkıca sarıldı. "benim dileğim sensin jungkook." alnı omzuna yaslı, parmakları geniş sırtımda geziniyordu. "hep sendin."
-