19

1.3K 141 7
                                    

king of my heart, body and soul


-
taehyung beni çok güzel bir yere getirmişti.

kütüphanede işimi bitirip çıkış saatim geldiği gibi başıma dikilmiş ve asla, ne kadar soru sorarsam sorayım hiçbir cevap vermeden kolumdan tuttuğu gibi beni buraya getirmişti. itiraf etmeliyim ki dışarıda yiyelim mi diye sorduğunda aklıma ilk gelen şey evinin olduğu sokağın başındaki pizzacıya gidip her zaman aldığımız, içinde sadece mantar, peynir ve zeytin olan büyük boy pizzayı yemekti. yedikten sonra da yolu uzatarak, belki markete uğrayıp gece için birkaç atıştırmalık alırdık, eve yürürüz diye düşünmüştüm. ama hayır, şu an içinde bulunduğumuz mekan, basit bir akşam yemeği için oldukça gösterişli ve güzeldi. üstelik, okul çıkışı çıkarmaya üşendiğim okul formasıyla gelmiştim buraya, kravatı bile duruyordu.

"hyung neden buraya geldik?" çantamı sandalenin çıkıntılı sırtına astıktan sonra etrafımı göz ucuyla süzdüm. tavanı yüksek, duvarlarındaki koyu renk boya ve çeşitli tablolar yüzünden olduğundan daha da karanlık görünen mekan sarı renkli ışıklandırmalarıyla, kulağıma dolan kadeh tokuşturma sesleriyle ve masaların arasında gezinen, tek tip giyinmiş garsonlarıyla oldukça lüks görünen bir yerdi.

"beğenmedin mi?" o da sırtına geçirdiği açık renkli paltoyu yanındaki sandalyeye asarken merakla suratımı inceliyor, kötü bir şey söyleyecekmişin korkusuyla bir sonraki hamleyi bekliyordu. başımı iki yana salladım hafifçe, dudaklarım da iki yana kıvrıldı. hareketlerimi ve tepkilerimi önemsediyordu.

"hayır çok beğendim. sadece... pizza yemeye falan gideriz diye düşünmüştüm. burası biraz gösterişli. üstelik," elimle üstümdeki formayı gösterdim. "kıyafetlerime baksana hiç uygun değilim."

"hayır jungkook, gayet iyi duruyorsun." parmakları arasında aldığı kadehten bir yudum su aldı. tanrım, kadehi tutan ince ve uzun parmakları öyle tapılası, öyle günaha davetkar duruyordu ki, içim de tıpkı odağını şaşırmış bakışlarım gibi titredi. ziyafetti kim taehyung'u izlemek. "ayrıca bu akşam seni biriyle tanıştırmak istiyorum. o kişi yanımıza gelemeyeceği için seni buraya getirmek daha iyi olur diye düşündüm."

belli belirsiz kafamı sallayıp onun sanki daha önce buraya defalarca gelmişçesine bir ezberle yemek siparişi vermesini izledim. yanına da içmeyeceğimi bile bile bir şişe kırmızı şarap istemişti. tek yudum içmesem bile onun kadehi saran parmaklarını, dudaklarını kırmızıya boyayan kan rengi şarabı yudumlamasını ve içtiği her yudumda bir düğüm gibi çözülen dilini görmek bile beni sarhoş etmeye yeterdi. hiçbir şey yapmadan karşımda dursa yine eriyip giderdi kalbim.

belki on belki on beş dakika geçti, taehyung bana okulum hakkında sorular sorarken ben de hem ona kısa cevaplar veriyor hem de içime yerleşmiş gerginlikle etrafı inceliyordum. kiminle tanışacaktım ki yine? benim onunla tanıştıracak hiç kimsem yoktu ama o sürekli beni birileriyle tanıştırıp duruyordu.

saçları arkadan sıkı sıkıya bağlanmış garson tekerlekli bir servis masası üzerinde siparişlerimizi getirdiğininde hiç vakit kaybetmeden yemeye koyuldum. en son evden çıkmadan önce çantama attığım sandviçi yemiştim ve gerçekten aç hissediyordum. yemek bildiğimiz kremalı ve tavuklu makarnaydı, bazı günler kendimi şımartmak için ben de yapardım ama bunun lezzeti bir başkaydı. ağzıma aldığım her lokmada dilimle buluşan bu eşsiz lezzet yüzünden ayağa kalkıp dans etmek istiyordum.

taehyung benim aksime lokmalarını yavaş yavaş çiğniyor ve yine aynı yavaşlıkla kırmızı şarabını yudumlarken beni izliyordu. rahatsız değildim, beni sonsuza kadar izleyebilirdi ve ağzımı açıp tek kelime etmezdim. bana bakması bile hoşuma gidiyordu çünkü. "güzel, değil mi?" sorusuna heyecanla kafa salladım. o da memnun bir gülümse ile karşılık verdi.

"taehyung!" tabağımı silip süpürmüş, hemen çaprazımda duran suyu kafama dikiyordum ki o an yanımızda beliren bir kadın sevinçle kollarını taehyung'un boynuna doladı. ilk bakışta uzun boyu ve beline kadar uzanan siyah uzun saçları dikkat çekiyordu. neredeyse taehyung kadardı. "beklettim mi seni? daha önce gelmeye fırsatım olmadı." kıpkırmızı bir rujla boyanmış dudakları üzgün olduğunu belirtircesine kıvrıldı ve şekilli kaşları aşağıya düştü. halla elleri taehyung'un omzundaydı ve onun elleri de kadının belinde duruyordu.

evet, belinde.

"hayır saçmalama, biz de yeni geldik sayılır." hayır yeni falan gelmemiştik. koca bir tabak makarnayı bitirebilecek bir süre kadar burada oturuyorduk. "otursana," dedi kadına yanındaki sandalyeyi çekip eliyle işaret ederken.

rahatsız hissediyordum.

geldiğinden beri bir kere bile yüzüme bakmayan kadın taehyung'un gösterdiği yere oturduktan sonra, sonunda benim orada olduğumu fark etmiş gibi parlayan gözlerini bana çevirdi. gerçekten güzel bir yüzü vardı. ışıklar altında ışıl ışıl parlayan beyaz teni, dolgun dudakları, şekilli burnu ve çekik gözleriyle ortamala birine kıyasla oldukça çekiciydi.

"iyi akşamlar." bu gergin ortamda yayılıp havaya karışan soğuk sözcükler bana aitti. oturduğum yerde kollarımı göğsümde birleştirip küçük bir çocuk gibi mızmızlanmamak ve taehyung'u kolundan tuttuğum gibi eve sürüklememek için zor tutuyordum kendimi. taehyung çatık kaşlarımdan sinirlendiğimi anlamış olacak ki boğazını temizleyip söze girdi.

"ah-şey ben sizi tanıştırayım. junkgook, daha önce bahsettim mi bilmiyorum ama bu benim ablam. kendisi buranın sahibi. abla bu da jungkook, erkek arkadaşım."

"ne?"

"ne?"

erkek arkadaşım? ablam? tanrım, hangisine şaşıracaktım!

ablam dediği kadınla göz göze gelince onun da benden aşağı kalır bir yanı yoktu. kaşları havaya kalkmış, dudakları şaşkınlıkla açılmıştı. birkaç saniye birbirimize baktık. tamam, ben şaşırabilirdim, hatta tabii ki şaşıracaktım ama o neye şaşırıyordu ki? ablası olduğuna mı?

"tanıştığıma memnun oldum jungkook." ilk konuşan o olmuştu. ben olmadım. üstelik suratında yer etmiş ifadeyle gerçekten de memnun olmuş bir hali vardı. "şaşkınlığımı yanlış anlama lütfen, taehyung bana erkek arkadaşı olduğunu söylememişti. yani geleceğinden haberim vardı ama sadece arkadaş-her neyse. hoş geldin. ben hyoyeon, taehyung'un ablasıyım." uzattığı elini onu bekletmeden hafifçe sıkıp geriye yaslandım.

"sorun değil. ben de erkek arkadaşı olduğunu bilmiyor-ah," taehyung'un masanın altından bacağıma vurmasıyla cümlem yarıda kesilince tısladım. "tanıştığıma memnun oldum."

"yemekleri beğendin mi?" durumunun komikliğine gülmek istedim ama bunu eve saklıyordum. eve gidince önce onu bana haber vermediği için bir güzel dövecek sonra da, erkek arkadaşım olduğu için, öpecektim. beni ablasının karşısına okul formasıyla çıkarmıştı!

zaman geçtikçe koyulaşan sohbet hyoyeon hakkındaki bütün kötü düşüncelerimi yok etmişti. öncelikle soğuk görüntüsünün altında çok tatlı, sevecen ve esprili biri vardı. sürekli gülüyor, taehyung hakkında komik şeyleri anlatıyor, konuşma sırası bana geçtiğinde ise büyük bir dikkatle beni dinliyordu.

taehyung'la birlikte daegu'yu bırakıp buraya gelmelerinden bahsetti. geldiklerinde taehyung henüz on yedi yaşındaymış, hiç istememiş aslında gelmeyi ama bir yandan da ablasını tek bırakmaya gönlü el vermemiş. birlikte iki odalı bir ev tutmuşlar şehir merkezinden, ablası bir yandan okulunu okurken diğer yandan çalışıyor, taehyung da üniversite sınavı için hazırlanıyormuş. para biriktirmişler, biriken parayla ablasının hayali olan bu restoranı açmışlar. tabii başlarda bu kadar güzel, tıklım tıklım olan ve gösterişli bir yer değilmiş. sokak köşesinde, basit bir kafe tarzı, okula yakın olduğu için öğrencilerin okul çıkışlarında bir şeyler atıştırmak için geldiği bir mekanmış. sağlam birkaç yatırımcı bulunca ve kenarda biriktirdiği para da yeterli gelince buraya taşınmış.

genç yaşına rağmen bu kadar başarılı bir iş kadını olmasını kıskanmıştım. taehyung da onun gibiydi, son senesine kadar ortalamasını hep yüksek tutmuş, hocalarının gözünde yıldız bir öğrenci olmayı başarmıştı.

restorandan tekrar görüşmek sözüyle ayrıldık çok geçmeden. şimdi taehyung'un koluna girmiş, sana sürprizim var, demesiyle alevlenen merak duygumu da peşime takmış, kalabalık caddede yürüyorduk. huzuru ve mutluluğu iliklerime kadar hissediyordum. bu mutluluk beni havalara uçuracak türden değildi, güven veriyordu. ne olursa olsun orada olacak gibiydi.

"hyung nereye gidiyoruz? ipucu versen ya bari. çok merak ediyorum." mızmız bir şekilde dudaklarımdan dökülen sözcükler onu biraz olsa bile etkilemedi hatta kıkır kıkır gülerek benimle dalga geçmişti. onu gerçekten dövecektim.

kol kola yürüdüğümüz yollar bir süre sonra tanıdık gelmeye başladığında ister istemez yavaşladım. bu yollardan defalarca geçmiştim. sağ tarafta kalan ağaçlar, hemen çarpazında renkli ışıklarla süslenmiş kafe, yolun sonundaki pasajın girişinde olan dövmeci... hepsi ezberimdeydi.

"hyung," kolundan tutup onu durdurdum. "tahmin ettiğim yere mi gidiyoruz?"

dövme yaptıracaktı.

"keşke buraya gelirken gözlerini bağlasaydım." gerçekten dövme yaptıracaktı!

"hyung nerene yaptıracaksın? ne yaptıracaksın? sürpriz bu mu? bana neden söylemedin ki? hyu-"

"jungkook," avuç içini dudaklarıma kapatıp kelimelerimin önünü kestiğinde nefesimi de kesti sandım. eli sıcacıktı ve dudak dudaklarımın üstüne örtülüydü. bakışları ise sokak lambası altında normalde olduğundan daha yoğun, daha parlaktı. "evet dövme yaptıracağım, bileğime. ne yaptıracağımı söyleyemezdim. sana söylesem sürpriz olmazdı. başka sorun var mı?"

dudaklarım üstüne kapanmış avucuna koca bir öpücük kondurup daha sonra elini kendi elim içine kaydırdım. "hayır hyung yok, hadi gidelim. koşarak!"

-
"acıyor mu hala?"

yatakta dizlerim üstünde dururken bileğine sarılı streç film üzerinden dövmeye baktım. etrafı kabarık kızaran dövmenin bir kısmı kemiğin üstüne geldiği için canı çok fazla yanmıştı. hatta bir ara gözleri acıdan dolmuş, güç almak için tuttuğu elimi kıracak kadar güçlü bir şekilde sıkmıştı ki o an dövme falan umurunda değildi, tamam deseydi çıkıp giderdik oradan. ama ikna edememiştim bir türlü, inatçıydı işte. güçlüyüm ben jungkook dayanırım, demişti sol gözünden bir damla göz yaşı akarken. acımıyor.

"hayır acımıyor dedim ya. bana bak artık, suratıma bak." parmakları nazikçe çeneme tutundu. "seni özledim jungkook. benimle ilgilen."

"seninle ilgilenirim," yattığım yerden diğer doğruldum. çıplak dizlerim onun bacaklarına değiyordu. ellerim ise baldıları üstünde yer etmişti. şu an tam onu öpecek bir pozisyondaydım, kiraz dudakları benimkilerim karşısında öpülmek için duruyordu adeta. "hyung seninle hayatımın sonuna kadar ilgilenirim ama bir şey sormam gerek." merakla gözlerime baktı. "ben senin erkek arkadaşın mıyım?"

"değil misin? küçük sevgilim."

"tanrım!" doğru mu duyuyordum yoksa bu bir tür tiyatro oyununun en can alıcı sahnesi miydi? taehyung rolünü oynayıp kenara mı çekilecekti acaba? ellerim kalbimde kendimi yatağa doğru bıraktım. kalbim kilometrelerce koşmuşum gibi hızlı ve sertçe atıyordu, çığlık çığlığa bağırasım geldi o an. "neler diyorsun tanrı aşkına?" yattığım yerden hızla doğruldum. "hyung doğruyu söyle bana."

"jungkook bu konu hakkında nasıl yalan söyleyebilirim ki? otur şuraya, düşüp bir yerini kıracaksın-otur dedim, zıplama." belimden tuttuğu gibi kucağına çekti sevinçten yerinde duramayan bedenimi. kolları sırtımdan sıkıca sarılmış, hareket edemeyeyim diye kelepçe biri sarmıştı beni.

"peki neden bana ablanla tanışacağımızı söylemedin? ayrıca dövmenden de bahsetmedin. ben seni dövecektim aslında. bırak beni seni döveyim." kolları arasında debelenmeye başlayınca kıkırdayıp dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "ablam gelecek mi bilmiyordum. tek şube orası değil çünkü, belki başkasındadır diye düşündüm şansımıza oradaymış. ayrıca dövme olayını kaç kere söylemem gerek? sürpriz bu jungkook."

kurduğu cümleler bir kulağımdan girip diğerinden çıkarken bakışlarımın hapsine aldığım tek şey az önce benimkilere değen dudaklarıydı. büyüleyici bir şeydi bu. dudaklarında büyüleyici ve hayat verici bir şeyler vardı, benimkilere bulaştığı an ölümsüz hissediyordum.

"bir daha öp."

o bir kere on da oldu on beş de. dudaklarım, burnum, alnım, kaşlarım... kısacası suratımda öpülmeyecek yer kalmayana kadar öptü. anın keyfini çıkardım sadece. sonra bir ara aklıma dövmesini anlattığı geldi. bu seninki gibi anlamlı değil belki ama anlatayım, demişti. yıldız çiçeği, yıldızpatı, senin doğum çiçeğinmiş, dört renkte falan açıyor ama ben pembe olanı yaptırdım. hassaslığı ve aşkı temsil ediyor. mitolojide de yeri var ama boşversene jungkook, tıpkı senin gibi dünyalar güzeli bir çiçek.

-

cardiganHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin