5: |Ellerinin, sıcak izi|

216 33 86
                                    

Dipsiz bir kuyunun, dibini görmek gibiydi hayat. Tüm dünya ellerimin tam ucunda olabilirdi veya her şey aniden yok olabilirdi. Yine de düşünmekten çok, yapamadıklarıma odaklanıyordum. Bugün, benim doğum günümdü. Ben bugün, bu acımasız dünyada yirmi dördüncü yaşıma girmiştim. Hiçbir şey becerememiş, sürekli hayal aleminde yaşayan, başarısız, sevgisiz biri olarak yirmi dördüme kadar gelmiştim.

Uyku bana o kadar güzel ve can alıcı geliyordu ki, gözlerimi açmak dahi istemiyordum. Yavaş yavaş, zorla aralanan göz kapaklarım ve yüzüme çok az bile olsa vuran tatlı bir sıcaklıkla, gözlerimi araladım. İlk başta ne olduğunu anlamakta zorluk çeksemde, elimi yan tarafıma atarak gözlüğümü aldım. Beyaz çerçevesi, plastik yapısıyla bana en çok yakıştırdığım ilk gözlüğümdü.

İlk başlarda takmak hiç istemesemde şimdi, onsuz yapamıyordum. Gözlüğü taktığımda, gördüğüm pasta beni şaşırtmıştı. Üzerinde soru işareti olan bir mum vardı. Küçük, koyu turuncu rengindeydi. "Kaç yaşına geldiğini bilmediğim için soru işaretini tercih ettim." Aniden duvar dibinden yükselen sesle olduğum yerde irkildim.

Pastaya dalmıştım, öyle ki etrafıma hiç bakmıyordum. Yine ordaydı, gözlerim içerdeki saate kaydığında çeyreği biraz, on dakika kadarcık geçmişti. Bu beni sinirlendirmişti. Çocuksu bir kırgınlık çökmüştü yüreğime. Ona, tam on dakika geçikmiştim. Şimdi onu bir on dakika daha az görecek, birkaç güzel sohbetinden mahrum kalacaktım...

"Yirmi dört oldum." Kuru dudaklarımdan dökülen cansız tını, yavaşça yerinden sürünerek yanıma gelmesine neden oldu. "Daha çok küçüksün," hemen dizimin dibine yanaştı. İkimizde cansızca yanan muma bakıyorduk. Yavaşça gözlerimi, çok ürkek bir şekilde onun gözlerine çevirdim. Yanan mum, adeta gözlerinin içinde yaşıyordu.

"Sen kaç yaşındasın?" Kafasını koluna doğru yaslayıp, bana baktı. Bir süre yüzümü izledi. Sanki kendini görüyormuş gibi, yumuşakça gülümsedi dudakları. "Otuz, senden koskoca altı yaş büyüğüm küçüğüm." Yanaklarımdaki ateşi hissediyordum. Dudaklarından dökülen küçüğüm kelimesi bedenimi yumuşatmış, oracıkta eriyecek kıvama getirmişti.

"Abi mi demem gerekiyor bu durumda?" Gülümseyerek eline pastayı aldı. Bağdaş kurup, karşıma geçti. Avucunda pasta, gözlerinde mumun yansıması, bana öylece bakıyordu. "Hayır, yaşıtmışız gibi davran." Dediği sözlerle memnun olmuştum. Çünkü onu abi olarak görmüyordum. İçimdeki arsız takırtıların hissi, ellerime kadar taşmıştı.

"Şimdi dilek tut ve mumu üfle ateş parçası." Heyecanla dizlerimin üzerine durup gözlerimi kapattım. Ellerimi kalbimin üzerine koyup, yine aynı dileği diledim. Asla tutmayan, yaşayamadığım o duyguyu yaşamayı diledim. Sevilmek, çok sevilmek, çok sevmek istedim. Yavaşça gözlerimi açıp mumu üflediğimde, bana ışıldayan gözlerle bakan bir adam vardı. Doğum günümü ilk kez biriyle kutlamıştım.

"Sen gerçekten ateşin parçası kadar, yakıcı bir güzelliktesin."

Aniden zaman durmuştu benim için. Boynumdan, sırtıma doğru yakıcı bir soğukluk akmıştı. Esen, hafif esen rüzgar bile geçirmemişti içimdeki ateşi. Daha fazla duramayacağımı anladığımda, çünkü ellerimin titrediğini anlamıştım. Kalbim, göğüs kafesime dehşet bir baskı uyguluyor, olduğu yerden çıkmak için adeta yumrukluyordu kemiklerimi.

"Kahve yapıp geliyorum," dedikten hemen sonra bir çocuk gibi terk ettim balkonu. Kendi evimi, balkonumu resmen terk edecek kadar heyecanla dolmuştu yüreğim. Mutfağa geçtiğim gibi, yere çömeldim. Elimi arsızca atan kalbime görütüp, gözlerimi kapattım. Delicesine atıyor, etlerimi eziyordu. İlk kez, biri, birinin sözleri benim bu ölü kalbimi canlandırmıştı.

Daha fazla burda kalamazdım. Gözlerim korkuyla saate kaydığında, şükürler olsun ki yarım saatimiz vardı. Hemen birer kahve yapıp, iki çatal alarak, yine aynı heyecanla yanına döndüm. Beni izliyordu, benim her hareketimi izliyordu. Lakin, bu nasıl bir arzuydu, bu nasıl bir cevherdi bilmiyordum ama bundan şüphesiz, asla rahatsızlık duymuyordum. Toydum; bu önemliydi, bu mühimdi, katlanılmaz ve eziciydi.

Yanına oturduğumda, kollarımız birbirine temas ettiğinde, bedenime yayılan his; derimi kaskatı kesmişti. "Dizlerime uzansana biraz," saşkınca baktım yüzüne. Tek bir mimiği oynamıyordu. Yutkundum, göğsümden ılık bir şeyler aktı içime doğru. Aniden, çok hızlı oldu bu, nasıl olduğunu anlamakta güçlük çekerken, dizlerinde buldum kendimi.

Gözlerimdeki ağırlığı, kalbimdeki çaresizliği ve bedenimdeki acizliği asla çözemiyordum. Yenilmiştim, yenilgiydi buydu. Tanrım, tanrım lütfen şu an bu anı durdur. Beni bu andan alma, o sessiz balkonuma götürme, kimsesiz halimle beni bırakma, bu adamı bu balkondan hiç eksik etme... Deliceydi, şu an içimden geçen bu duygular deliceydi. Boğazım yanıyordu. Kesinlikle çığrından çıkmıştım.

"Çok gençsin, sana bakarken gözlerindeki parıltıyı gördüm. Lakin anlamakta güçlük çekiyorum, neden bu kadar ölümle barışıksın?"

Kafam onun dizlerindeyken, savunmasızdım. Derin bir nefes alıp, daha çok yaslandım dizlerine. Bana acımasını elbette istemiyordum ama susmakta gelmedi içimden. Dedim ya, hani olurdu öyle anlar, tam olarak neyden bahsettiğimi anlatamasam bile, hani hepimizin boş bulunduğu bir an olurdu işte. Konuşmak istedim, sustuğum onca yılların hatrına, avaz avaz bağırmak istedim.

"Benim en sevdiğim renk siyahtır. Bu ilgi çekmek için de değil, aykırı olmak için hiç değil. Ben gerçekten siyahı, siyahın her tonunu, ruhunda barındırdığı her tonu çok seviyorum. En sevdiğim mevsim kış, en sevdiğim hava gri bulutların hakim olduğu; sert rüzgarın estiği ve yumuşak yağmur damlalarının hakim olduğu o havayı seviyorum. Ben, dünyam renkli olduğunda rahatsız hissediyorum. Gerçek gelmiyor bana. Kimse başımı okşamadı benim, ailem beni dinlemedi, anlamak istemedi. Arkadaşlarım birbir gitti, yapayalnız kaldım. Kimsesizim, ölümden neden korkayım? Yine de bilmeni isterim ki, karşında kendini öldüremeyecek kadar hayattan ümidi kesmiş biri var. Ben, her şeyden ümidimi kestim. Dizlerinde gencecik bir ceset yatıyor."

Sözlerim bittiğinde, saçlarımda ellerini hissettim. Yavaşça kapandı gözlerim. Bir süre bu hüzünlü anda kalmak istedim. Sıcak parmak uçları, tenimde adeta süzülüyordu. Kendimi o güzel dokunuşlara bırakmış, kafamın yere sakince bırakıldığının farkındalığıyla, hala yorgun gözlerimi açamıyordum. Yumuşak yerden çekilen kafamın, soğuk zeminde buluşmasıyla gerçekliğe dönüyordum.

Gidiyordu, saat gelmişti.

Gözlerimi açmadım, gidişini görmek istemiyordum. Yanağımda dolanan elleri, tenimin kasılmasına neden olsa dahi açmadım gözlerimi. Yavaşça yüzüme yaklaşan sıcak nefesi, ellerimi yumruk yapmama neden olmuştu. Tam olarak neler olduğunu bilmemenin verdiği korkuyla, kendimi tuttum. Ardından kulağımın hemen üstünde sıcak nefesini hissettim. Gitmeden önce, son kez sesini duymuştum. Doğum günüm, onun son sözleriyle beraber bitmişti.

"Küçücüğüm, yirmi dört yıldan sonra dileğin kabul oldu."

46. Sokak ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin