Tazecik heyecan.
Yüreğimde kelebekler çırpınıyordu. Lakin çıkmak için değil, orda barınmak için kanatlarını deli gibi çırpıyordu. Ruhum, ah benim yaralı, tozlu ruhum... Ona iyi bakamadığım için çok üzgündüm. İçime sıkışıp kaldığı her an için ondan özür dilemek istiyordum. Ben nasıl böylesine çirkin bir bedene mahkumsam, onu da kendime mahkum etmiştim.
Bir şeylerin düzelmesini ben de çok istiyordum. Hayatımın akışını değiştirmeyi, kendimin en iyi halini yaratmayı ben de çok istiyordum ama bir şeyler engel oluyordu. Halledemediğim çoğu durumla baş başa kalan yine ben oluyordum. Tek başıma, yapayalnız kalıyordum. En derin izler kollarımdaki değil, ruhumdaydı. Kapanmıyordu. Kabuk bağlamıyordu.
Şimdi, gözlerimi yavaşça araladığımda ilk defa biriyle uyanacaktım. Güneş balkonumdan sırtıma vuruyor, tenimi alev gibi yakıyordu. Belimde hissettiğim ağırlıkla kafamı hafifçe çevirdim. Seokjin'in eli belimin üstünde, kafası yana yatmış bir şekilde, huzurla uyuyordu. Bir süre izledim güzel yüzünü, dehşet bir his bıraktı zihnimde.
Yavaş yavaş uyanmaya başladığı anı kazıdım zihnime. Kırpışan kirpikleri, kırışan alnıyla adeta beni tekrar tatlı bir uykuya hapsedebilirdi. Sonrasında beni fark etmiş olacak ki, belimdeki elini oynaştırıp okşadı tenimi. Midemdeki kelebekleri hareketlendirdi. Onların çırpınmasına neden oldu. Sıcacık havada soğuk bir ürperti geçti tenimden, ruhumdan.
"Günaydın," sesi gülümsememe yetmişti. Sabah sabah biri benimle konuşuyor ve bana günaydın diyordu. Bu kadar ufak, sıradan bir cümleye bile hasret oluyor oluşum kalbimi kırmıştı lakin, bunu ondan duyuyor olmak beni iyileştirmişti. "Günaydın," karşılık vermem onu tatmin etmiş olacak ki, elini çeneme atıp okşadıktan sonra, eğilerek sakin bir öpücük bıraktı dudaklarıma.
Adeta fizanlar koptu beynimde. Çok güzeldi. Etkisi, hiç geçmeyecek gibiydi. Beni ne zaman öperse öpsün, aklımı yitirecek gibiydim. Kucağına doğru sinip, karnına yasladım başımı. Yanaklarımın alev alev olduğuna emindim. Mideme ateş basmıştı. Tüm kelebeklerin inine çekilmesine neden olacak, tatlı bir buse vermişti bana. Yakmıştı içimdeki her şeyi, eritmişti beni.
"Çok tatlısın," kulağıma doğru eğilip fısıldaması olduğum yere daha çok sinmeme neden olmuştu. *"Başını eğip şu bedenine bir bak ve fısılda," sözlerinden sonra boynuma sokuldu. Damarımın üzerine bastırdı ateşten yanan dudaklarını. *"Senden daha güzel bir ev olamaz." Kollarımı boynuna dolayıp, boynuma daha çok bastırdım. Nasıl bu kadar güzel konuşup, buz tutmuş içimi eritebilirdi?
"Bu eve iyi bakman gerekiyor ateş parçası, söz ver bana." Öpücükleri boynumu ıslatırken, yanan tenimden başka bir şey düşünemiyordum. Ateş gibiydi bedenim. Öleceğimi düşünmeme neden oluyordu... "Söz ver bana," daha sert öpüp çekildi boynumdan. Gözlerimiz kesiştiğinde titredi bedenim. Gözlerim kaymış, öpücükleri aklımı başımdan almıştı.
"Söz veriyorum, iyi bakacağım." Yüzümü izledi bir süre. "Uzat serçe parmağını," hipnoz olmuş gibiydim. Ne isterse yapmak için can atıyordum. Serçe parmağımı kaldırıp, uzattığı serçe parmağıyla birleştirdim. "Olur da sözünden çıkarsan, hayatından çıkarım." Aniden kalbime bir ağırlık çöktü. Gözlerindeki kararlılık, sesindeki netlik olduğum yerden dikelmeme neden olmuştu. Nasıl da kolay atabiliyordu beni hayatından? Vazgeçmek bu kadar mı kolaydı?
"Sen şimdi benden bu kadar kolay nasıl vazgeçiyor bu diye düşünüyorsundur. Ben senden vazgeçmiyorum ateş parçası, evimi korumaya çalışıyorum. Solumu, sol tarafımı koruyorum sadece. Ben seni biliyorum, seni benim yokluğumdan başka bir şey asla durduramaz." İçimi okuyordu adeta. Beni bu kadar iyi tanıyor olması biraz korkmama, aynı zamanda rahat hissetmeme neden olmuştu.