8: |Gönül yorgunluğu|

159 28 54
                                    

Çaresizdim.

Bu hayat beni hep çaresiz bırakıyordu. Ne zaman bir şeylere tutunmak istesem, ellerimin arasından çekip alıyordu. Birini sevmekten korkuyordum. Birine bağlanmaktan, hayatıma almaktan hep korkuyordum. Biliyordum çünkü hepsi eninde sonunda gidecekti benden. Ben yara almak istemiyordum. Yine de hayat hep bir yolunu bulurdu. Kaçamazdık hiçbir şeyden.

Tam olarak ne hissettiğimi bilmiyordum. Gözlerimi balkonumda gezdirdim. Son zamanlarda fazla hareketli olan bu küçük alanı izledim. Bir süre, hiçbir şey yapmadan, daha doğrusu sadece düşünerek izledim. Seokjin'den önce ne kadar yalnız ve soluk bir balkon olduğunu düşündüm. Burda yalnız oturur, müzik dinler veya uyuya kalırdım.

Şimdi o vardı. Saat onu çeyrek geçtiğinde gelirdi yanıma. Tam on biri çeyrek geçtiğinde de giderdi. Mesela kapıdan girebilirdi ama her zaman balkonuma tırmanmayı tercih ediyordu. Değişik bir adamdı. Gerçi benim de pek normal olduğum söylenemezdi lakin, ondan daha sade bir hayatım vardı.

Derin bir nefes alıp ayaklandım. Balkonda bir oraya, bir buraya gitmeye başladım. Gelmesine az kalmıştı ama iyi olup olmadığını merak ediyordum. Hala numarasını almamış olmam içime dehşet bir üzüntü düşürmüştü. Dün geceden sonra gözüme gram uyku girmemişti. Onu düşünmüştüm. Neden bana daha önce söylemediğini düşünüp, yiyip bitirmiştim kendimi.

Seokjin'e ergenliğinde kalp yetmezliği tanısı konulmuş, uzun yıllar sonra kalp nakli gerçekleştirilmişti. Dün elimle kalbinin üzerine dokunduğumda hissettiğim kabarcıklar, ameliyattan kalan izleriydi. Bir süre kalkamadım göğsünden. İçimde bir şeyler kopup gitmişti sanki. Öylece baktım boşluğa, dalıp gittim adeta. Sanki, sanki ömrümden ömür eksilmişti.

Birini sevince, benimseyince böyle oluyormuş demek. Onun acısını, üzüntüsünü, mutluluğunu her şeyini benimsiyormuşsun. Öyle olmuştu bende de. Dün çok ağlamıştım kollarında ama şimdi dehşet bir umut vardı üzerimde. Yaşıyordu, onun yaşıyor olmasının verdiği bir umut vardı. Garipti, kendim ölmek isterken veya ölecek olmamın hiçbir önemi yokken, bir adam için yaşamayı umut olarak görüyordum.

Saat ilerledikçe ellerimin içi terlemeye başlamıştı. Gelmesine çok az kalmışken hala sokaktan gelen bir ses yoktu. Kafamı biraz daha sokağın sonunu görebilmek için, demirlerden destek alarak uzattım. Korkuyordum. Gelmemesinden, gelemeyecek durumda olmasından deli gibi korkuyordum. Tekrar içeri geçtiğimde, dakikalar sonra yükselen takırtı sesleri içimi dehşet bir havaya sokmuştu.

Gelmişti, içeri girdiği an koşarak sarıldım. Kollarımı sıkıca doladım boynuna. Hızla sarılmamdan dolayı dengesini sağlayamamış ve duvara yaslanmıştı. Korkmuştum, zarar görebilme ihtimali dün geceden beri bırakmıyordu yakamı. Ona bir şey olabilme ihtimali nasıl da zehir gibi yayılmıştı bedenimde. Şimdi onu daha iyi anlıyordum...

Avucumla saçlarını okşarken, kollarını belime tamamiyle sardığını hissetmiştim. Öyle ki, bir bütün gibiydik. Cılız, çirkin bedenim onun güçlü, güzel kolları arasındaydı. Gerçekten o an, onun küçücüğü olduğumu kabul etmiştim. Adeta kolları arasında kaybolmuş, içine doğru evrilmiş gibiydim. Sarıldım ona, sıkıca sardım boynunu. Soluna yaslanmadan, solunu acıtmadan kocaman sarıldım.

"İyi misin?" Yorgun sesimi duyduğuna emindim. Belimi biraz daha sarıp, boynuma doğru eğdi kafasını. "İyiyim, ya sen?" Benim bir önemim yoktu. Tek düşündüğüm o olmuştu. Başka bir şeyim yoktu benim. "İyiyim," burnumu saçlarına yaslayıp, dudaklarımı süreledim. Dehşet bir arzu vardı göğsümde. Korkmamı ve çekinmemi engelleyen dehşet, arsız bir arzu.

"Kolun nasıl?" Sustum. Konuşmak istemiyordum. O konunun kapanmasını istiyordum. "Solum çok yorgun," diyebildim sadece. Uykum vardı. Onun kollarında uyumak için can atıyordum. Sırtıma doğru çıkan avuçları, sakince okşadı polarımın üzerinden. Sonra bedenimden uzaklaştığında, boşluğa düşmüştüm.

46. Sokak ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin