12: |Uyanış|

166 24 29
                                    

Yağmurlu bir sabah.

Dışardan gelen yağmur sesleri ve gök gürültüsüyle uyanmıştım. Yanımdaydı, gitmemişti. Bir süre sessizce uyuyor oluşunu izledim. Elimi, çıplak göğsünde gezdirmeye başladım. Yumuşak teni, huzurlu bir sabah vermişti bana. Seokjin hakkında günlerce konuşabilir, hiç durmadan onu izleyebilirdim. Dün gece, yaşadığımız o an... Hala aklımda dönen anlar, kulağımda çınlayan sesler...

İçimi titretmiş, yatağa daha çok sinmeme neden olmuştu. Tenimde dolanan ellerini hala hissedebiliyordum. Lakin hayretim kendimeydi. Nasıl olur da böylesine güvenebilirdim ona bilmiyordum. Aniden, birden, çok sakince bıraktım kendimi ona. Hiç pişman olmadım, olamadım. Bazen kendime kızıyordum. Böylesine ölmüşken, umutsuzken neden onu bırakmıyordum ki?

Kendine daha hayat dolu, güzel birini bulabilirdi. Bu bile bedenimi öylesine acıtıyordu ki, derin derin kesikler bile yakamazken canımı, başkasını sevme düşüncesi bitiriyordu beni. İçten çürüyordum adeta, onu kaybetme korkusu benim içimi çürütüyordu. Bu hissettiklerimi başka türlü anlatamazdım. Korkunç bir histi, onu kaybetmek veya kaybetme korkusunu yaşamak berbat bir histi.

Sevgiye muhtaçtım, ondan gelecek en ufak bir baş okşamasına muhtaçtım. Bir kere sevmesi için ölebilecek kadar, sevgisine muhtaçtım. Lakin çok ince bir çizgi vardı. O beni kendine hiç muhtaç hissettirmemiş, hep içinden geldiği gibi sevmişti beni. Ben demeden, dile getirmeden, canımı yakmadan sevmişti. Seokjin... O bambaşka, eşi benzeri olmayan, hayal gibiydi.

Kokusu, gözleri, sesi... Bana dokunuşuna bile, nefes alıyor oluşuna bile deli oluyordum. Ellerimle saçlarına dokunup, bir süre sevdim. Ben bu eve, bu balkona hiç özen göstermemiştim. Çünkü ölecektim, bu evi benden başkası bilmeyecekti. Arkadaşım yoktu. Beni seven kimse yoktu ki, kim gelip benimle bu evde vakit geçirecekti?

Mesela başım sıkıştığında, gezmek istediğimde, dertleşmek istediğimde dahi yanımda kimse yoktu. Arayabileceğim hiç kimse, bir tanecik bile, kimse yoktu. Lakin şimdi o vardı. Bu eve renk getiren, balkonumu güzelleştiren, beni ölümün ellerinden çekip alan bu adam vardı. Biraz daha sokuldum göğsüne, sıcacıktı. Parmak ucumla ameliyat izini okşarken, alnıma bırakılan tatlı bir öpücükle heyecanlanmıştım.

"Günaydın," tahrişli sesi ellerimin titremesine neden olurken, derin bir nefes aldım. Sakin olmam gerekiyordu. "Günaydın," ne kadar çabalasam da utanma duygusunu yenemiyordum. Anlamıştı zaten, o hep anlardı beni. Elini sırtıma götürüp boydan boya okşadı. Avuç içinin sıcaklığı, beni titretmişti. Bir ağrım yoktu, çok nazikti. Öylesine nazikti ki, canımı yakmamak için kendinden ödün vermişti.

Ben sevilmiştim, ilk kez biri beni gerçekten sevmişti. Değer göstermişti, özen göstermişti bana. Bunlar nimetti benim için. Herkes, dünya üzerindeki herkes belki de abarttığımı düşenecekti ama hayır, sevilmiştim ben. Yirmi dört yaşımda, sevildiğimi ilk kez, tam şu an anlamıştım. Acı vericiydi, çok geç kalmıştım belki de ama sevilmiştim işte.

"Sabah hava biraz soğuk, üşüdüysen içeri geçebiliriz." Onun hasta olmasını istemiyordum. Ona çok iyi bakmak, sağlığını kontrol etmek istiyordum. Yaklaştı, dudaklarıma ufak bir öpücük bıraktı. "Senin sayende sıcacık hissediyorum ateş parçası." Alt dudağımı heyecanla ısırdım. Ne zaman bana öyle sesleniyor olsa aniden, dudaklarımı ısırıyordum.

"Seokjin," gözlerine uzunca baktım. O da ses etmedi, alınlarımızı birleştirip beni iyice kendine çekti. "Söyle güzelim benim," aşamıyordum bu lafını. Onun güzeli olmak, onun güzelliği olmak... "Beni bırakmayacaksın değil mi?" Geçen ki konuşmamız hala aklımdan gitmiyor, içimdeki o yarayı kapatamıyordum. Ona bir şey olsun, benden gitsin istemiyordum.

46. Sokak ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin