(3)

92 13 11
                                    

Aradığın, seni arayandır. (Hz.Mevlana)

***
"Sultanım! Sultanım! Haberler geldi!"

Aliyye yani bildiğimiz Bayan Osmanlı arkasını dönerek kendisine doğru hızla koşan Elçi Beyi gözleri ile takip etmeye devam etti. Yanlarında ki İsa Çelebi ve Yıldırım Beyazıt'a kendisi ile beraber dönmüştü.

Elçi az daha yaklaşmaya başlamıştı ancak ana ordunun devlet büyüklerini koruması için ayrılan bölük, buna engel oldu. Elçi Bey, kafasını kaldırarak karşısında kendisinden ki iki kafa uzun askere baktı. Bizim yeni acemi vezir olmuş Elçi Bey, yutkunama dan edemedi. "Bırakın gelsin, bir vezir efendiye böyle davranamazsınız." diyerek Beyazıt'an gelen uyarı ile askerler tekrar eski hallerine gelmişti bile.

"Sağolun hünkarım," diyerek Elçi Bey kollarını önde kavuşturarak kafasını eğdi. "Sende neye öyle acele ederdin acemi vezir?"

"O çok beklediğimiz haber geldi Hünkarım! Eyalet ordularımız ve keşif birliklerimiz den gelen haberlerimiz var!"

"Eh- hazır burada mola vermişken ana otağa geçelim. Yoksa devlet sırrı diye bir şey kalmayacak! Şehzade İsa Efendi sizde komutanları toplayıp gelin!" Aliyye'nin verdiği emir ile herkes çoktan harekete geçmişti.

*
*
*
Kötü haberden sonra, otağa düşen karamsar havayı inanın siz bile hissederdiniz. Aliyye, yüzünü eğerek kendisini düşünceleri ile baş başa bırakmıştı.

"Aliyye, seni kardeşlerin konusunda uyardığımı hatırlıyordum.." diyerek en az kendisi kadar sinirlenmiş padişaha göz ucu ile baktı. Keskin bakışları ile kendisine baktığını görebiliyordu.

"Onları gerçekten de uyarmadığımı mı zannediyorsun?" dişlerini sıktı. "Bu sefer biter bitmez artık onların topraklarına da el koyacağım!" sesi o kadar kinli ve nefret dolu çıkmıştı ki kendiside şaşırmadan edemedi. Özel işlemeli masanın üzerinde yumruk yaptığı eline değen parmaklar ile kendi dünyasından ayrıldı. Yıldırım Beyazıt, kendisine çatık kaşlarla bakmasına rağmen yine de kendisine destek oluyordu.

"Ah- her neyse boşversene.." diyerek masanın üzerinde ki elini çekti ve alnına yasladı. Bu meseleleri artık kaldıramıyordu.

"Başka bir haber var mıdır Elçi Bey?" Beyazıt, ortamın havasını değiştirecek hamleler yapıyordu.

"Şey evet efendim.. Haçlılar'ın Niğbolu Kalesine yaklaştıklarına dair haberlerimiz var. Büyük ihtimalle oradan bizim topraklarımıza geçiş yapmak istiyorlar."

"O gerizekalıların düşünebileceği tek şey: Konstantinopolis. Onu istiyorlar. Ben feth etmeden kimseye vermem!" Aliyye'de konuşmaya çoktan katılmıştı.

"Niğbolu Kale komutanı Doğan Bey'in savunmaları ile ünlüdür Sultanım. Onun sayesinde hâlâ bir vakit kazanabiliriz diye medet umuyorum.."

Elçi Bey'in bu sözleri ile padişah ilâ Aliyye durarak birbirlerine baktılar. Akıllarına bir düşünce geldikleri çok fazla belli oluyordu..

"Vezir efendi!" konuşmayı Beyazıt devr aldı. "Hemen elçilerimizden birini Niğbolu Kalesine yollayasın! Doğan Bey'e söyleyin, Biz geliyoruz!" Elçi Bey, aldığı mesaj ile başını salladı ve tekrardan saygılı bir şekilde arkasını dönmeyerek otağıdan çıkış yaptı.

"Şimdi ne yapıyoruz?"

"Tabiki de divanı topluyoruz."

***

"An itibariyle Divanımız başlamıştır."

Herkesin gergin olması çok doğaldı. Vezirler, orduya mensup birliklerin öncüleri ve komutanlar.. Aliyye ise 24 saat gibi kısa bir süre de Edirne'den Tuna Nehri'nin yakınlarına geldiklerine hâlâ inanamıyordu.

1402 || 𝐂𝐨𝐮𝐧𝐭𝐫𝐲𝐡𝐮𝐦𝐚𝐧𝐬Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin