0:7

98 10 1
                                    




Minho'dan

En son ne zaman ağladığımı bile hatırlamazken Jisung'un omzunda ağladım. Hem de kendim için değil, onun için.

Söylediklerinden sonra kendime gelmem zaman almıştı. Omzundan kafamı kaldırıp tekrar vücudundaki yaralara baktım. Sanki onun vücudu bir tuvaldi ve ailesi onu boyamıştı. Ama boyalarla değil.

Hayatımda kimsenin kalmadığını, beni anlayabilecek kimsenin olmadığını düşündüğüm bir dönemde tanımıştım Jisung'u. Yaşadıkları onu büyütmüştü. Daha vücudu büyüyemeden zihni büyümek zorunda kalmıştı.

Daha fazla vücuduna bakamadım ve geri çekilip arkamı döndüm. Küçük banyoya girip yüzümü soğuk suyla yıkadım. Geri içeri döndüğümde Jisung üzerini giyinmişti.

Birbirimize sarılıp ağladıktan sonra gerçekten hiçbir şey olmamış gibi kulübenin köşesindeki kanepeye kurulmuştuk. Daha vakti olduğunu söylemişti. Konuşmak için oturmuştuk ama son söylediği sözden beri ağzımı açamamıştım.

"Hey, ağlama olur mu? Yapacak bir şey yok. Hem, alıştım zaten. Artık o kadar acıtmıyor"

Ben onun yaşadıklarına ağlarken beni sakinleştirmek için söylediği sözlerdi bunlar. Ama en acıtanı da bunlardı. Bir insan her gün spor yapmaya alışmalı, tuzsuz yemek yemeye alışmalı, ayakkabısını temiz tutmaya alışmalı. Dayağa, tecavüze değil.

İkimiz de koltukta bağdaş kurmuş birbirimize dönük oturuyorduk. Gözlerimiz birbirimiz hariç her yerde geziniyordu. Ben boşluğa dalmışken onun gözleri hep hareketliydi. Kulübeye en son geldiğim zamandan kalan şeylerle bize sıcak çikolata yapmıştım ve onu içiyorduk. Hala sessizdik. Arada kaçamak bakışlarını hissediyordum. Tepkimi ölçüyordu.

"Bundan kurtulmanın yolu yok mu?" dedim sesimi en sonunda bulabildiğimde. Bakışlarını bana çevirdi ve bir nefes verdi.

"İnan ben de bilmiyorum. Bunu çok düşündüm aslında." diye konuşmaya başlayınca elimdeki kupayı yere bıraktım ve arkama yaslanarak odağımı ona verdim.

"Bana hep gerçek ailemi gösterirlerdi. 'Bak sen bizimleyken ne kadar mutlular' derlerdi. Eğer onlara beni verirlerse onlar mutsuz olurmuş." kafam gitgide daha çok karışıyordu. Küçücük bir çocuğa ailesinin onsuz daha mutlu olacağını söylerken vicdanlarından kırıntı kalmış mıydı?

"Peki hiç denedin mi? yani... Kaçmayı?" dedim yüzüne dikkatle bakarak.

"Çok kez denedim ama sonra bana eğer kaçarsam kardeşlerimden birini alacaklarını ve onlara da bana yaptıklarını yapacaklarını söylediler. Eğer kaçarsam veya ölürsem, kardeşlerimi alacaklarmış." Bunları söylerken bile zorlanıyordu. Anne babasının onu inandırdığı bu şey bana hiç inandırıcı gelmemişti.

"Sence gerçek anne baban buna izin verir mi? Kardeşlerini almalarına." diye sorumu yönelttim. Bunu daha önce düşünmüş gibiydi.

"İzin verip vermemeleri bir şey değiştirmezdi. Onlar bir yolunu bulur ve hayatı onlara zindan ederdi." dedi. Demek ki kurtuluş yoktu. Ama ben onu kurtarmak istiyordum. Bir yolu olmalıydı.

"Hiç annenin diğer kişiliğine yaralarını göstermeyi denedin mi?" dedim. Ona sormak istediğim daha onlarca soru vardı. Sorularıma verdiği cevapları kafamda şekillendirerek onu nasıl kurtarırım diye düşünüyordum.

"Denemedim. Denemek de istemiyorum. Çünkü sonucu az çok tahmin ediyorum ve bir anda bunu yapmam o kişiliğini öldürebilir. O zaman az biraz bana annelik yapan tarafı yok olur ve ben dayanamam." haklıydı. Yine ve yine.

Why Don't You Protect Me? 'minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin