[Chase Atlantic - Devilish]
Siktir.
Milyonlarca defa siktir.
Şu anda üvey abimin terli ve kaslı kolları arasında yorgunluktan neredeyse bayılacak hâldeyken zihnimde dolanan tek kelime buydu. Yoğun bir arzunun açıkça hükmettiği gözlerime şehvetle bakarken olabilecek en arsız gülüşü takmıştı o kusursuz suratına. Kesik nefeslerimiz birbirine karışırken yaptığımız şeyin ne denli yanlış olduğunu zerre siklemeden sürüklenmiştik bu işe.
Neler mi oluyordu?
Hadi biraz geriye gidelim, bundan yaklaşık sekiz ay öncesine.
Ben Jeon Jungkook.
Arzularımı körükleyen bir takım düşüncelerle başa çıkmaya çalışırken ipleri elimden kaydırmam ile hayatımı en güzel şekilde süsleyecek olan, cennetin şeytanı adıyla anılan Kim Taehyung'a duyduğum sonu olmayan nefretimle başlamıştı her şey.
Kim Taehyung.
Üvey abim.
İşler sarpa sarmadan biraz önce, tüm bunlar annemin zengin olduğunu iddia ettiği bir adamla evleneceğini öğrendiğimde çıkarttığım katliam sonucu birkaç haftalığına hapishaneye düşmem ile meydana gelmişti.
Kim Taehyung, okulun ve sosyal medyanın oldukça popüler isimlerinden biriydi. Bulunmadığı bir ortamda sadece isminin geçmesi bile insanların aklını yitirecek olmasına neden olan bu adam, bir gün öylece karşıma geçmiş ve bana, babası ile annemin evleneceğini söylemişti. Tabii başta ona inanmamıştım çünkü herkesin bir kez olsa dahi onunla konuşmak için can attığı çocuğun gelip bana, 'sikik anneni babamdan uzak tut.' demesi ne kadar mantıklıydı bilemiyorum. Ona inanmadığımı söylediğimde ise yüzümün ortasına beyzbol sopasını geçirmiş, ve aramızdaki sonsuz düşmanlığın bu şekilde başlamasına sebep olmuştu.
Ondan hiçbir zaman haz etmemiştim. İnsanların ona hayranlık duymasından bile iğrenir, onun yakınında bulunan herkesten uzak dururdum. Saçmaydı çünkü. Sadece egodan ibaret olan bu adamın bu denli sevilmesi saçmaydı. O sadece üzerindeki ceket, sıradan bir tişört ve altına da geçirdiği öylesine bir pantolonla bile magazin sayfalarının gündemine düşerdi. Hatta bazen sadece gülümserdi, ve milyonları kendisine aşık ederdi. Tüm bu etkenler de ondan nefret etmemin başlıca sebepleriydi işte.
Şimdi de gecenin bir yarısı telefonumu meşgul eden aramaları, ona olan nefretimi körüklüyordu. Sinirle derin bir nefes vererek motorumu sağa çektim ve kaskımı çıkarıp kalabalıktan biraz uzak olmamı fırsat bilerek sesimi yükselterek aramasını cevapladım.
"Ne var?!"
"Eğer aramalarımı zamanında cevaplamayacaksan şu siktiğimin telefonunu yanında taşıma!"
Diyorum ya, ben Kim Taehyung'dan cidden nefret ediyordum.
"Siktir git."
"Eve gel."
Ve yüzüme kapattı.
Hep böyleydi işte. Beni sinirden delirecek raddeye getirir, sonunda ise birbirimizi bir güzel patakladıktan sonra hafif rahatlardık. Rutin hâline gelmiş olaylara tahammülüm her geçen gün azalıyordu ve sonunda olacakları az çok tahmin edebiliyordum.
Birimiz, diğerimizi komaya sokana kadar dövecekti ve yine siktiğimin yerine düşecektik.
Eve gittiğimde onu nasıl benzeteceğimi hayal ederek kaskımı tekrar kafama geçirdim ve bir bacağımı motorun diğer tarafına atarak koltuğa yerleştim. Gaz pedalını sonuna kadar çevirerek gürültülü bir sesin sokakta yankılanmasına sebep olmuş, ardından da olabildiğince hızlı bir şekilde sürmeye başlamıştım. Sokak kenarlarında bana garip bakışlar atan insanları umursamadan mevcut hızımı korumaya devam ettim. Az bir yağmur yağdığı için bazı yollar hâlâ ıslaktı ve daha fazla hız yaparsam bir trafik kazası kaçınılmaz olurdu.