Summertime sadness-lana del rey
Gözlerini karşısındaki tablodan alamayan hoseok, duyduğu ayak sesleriyle arkasını döndü. Az önce konuştuğu görevlinin yanında biri daha vardı. Meraklı gözlerini orta boylu, oldukça genç olan adama çevirdi ve minik bir gülümseme sundu. Görevli hemen araya girerek bilinmezlik atmosferini kaldırdı. " bu park jimin efendim, satın almak istediğiniz tabloyu yapan sanatçımız." Hoseok bunu duymayı beklemiyordu. Namjoon tabloyu yapan sanatcı hakkında tahmin yürütmüş, sahibinin daha yaşlı olduğunu savunmuştu. Hoseok ise bu eserin bir genç ruha ait olduğunu düşünmüştü nedensiz. Ama içten içe yaşlı birini beklemişti. Nâmjoon kadar sanat hakkında bir bilgiye sahip olmasa da kendisinin tahmini doğru çıkmıştı. Bu hoseok'u hafif gururlandırdı.
Hoseok iki adımda jimin'in tam önünde durup elini uzattı. "Merhaba, memnun oldum. Bende hoseok." Jimin hoseok'un uzattığı eli sıkmış inanılmaz bir enerji sunan bu adamdan bir süre gözlerini alamamıştı. Taktığı şapkanın altından belli belirsiz gözlerine değdi gözleri ardından sunduğu içten gülüşe baktı. Nasıl devam edeceğini bilemeyerek aklına ilk gelen soruyu sordu "Neden benim tablom?" Jimin, birden söylediği bu soruyla kendini pataklamak istedi. Normalde sohbete böyle başlamayı düşünmese de merakından ölüyordu. Ve her zamanki gibi kazanan taraf lanet merakı olmuştu. Hoseok, kendisine yöneltilen, beklemediği soru karşısında ne diyeceğini bilemedi. Hissettiklerini kolay bir şekilde cümlelere dökebilen biri değildi ve bu da şu an onu zor duruma sokmuştu.
Sessiz kaldığını fark ederek artık söze başlaması gerektiğini düşündü. "Hmm ben.."
"Çünkü aşık olduk." Beklemediği anda gelen sesle herkes neye uğradığını şaşırdı. Hoseok gözlerini etrafta gezdirirken bir yandan da kendi kendine konuşuyordu. "Namjoon, sen paris'e mi geldin?" sorduğu bu soruyu arkadaşı cevaplayınca sesin hâlâ nereden geldiğine anlam veremedi hoseok. Bünyesine yüklenen adrenalin mantığını devre dışı bırakıyordu.
"Evet hoseok cebindeyim hatta"
"Ne?!" Diyerek elini cebine götürdü hoseok. Telefonunu alıp hâlâ görüntülü konuşmanın açık olduğunu gördü. Jimin, hoseok'un yüz ifadesine gülmemek için dirense de pek başarılı olamayarak kahkahayı patlattı. "Üzgünüm" eliyle işaretler yapıp daha fazla gülmemek için ağzını kapattı.Hoseok arkadaşına ve aptallığına birkaç küfür savurup, karşısında oldukça eğlenen, gülünce gözleri kısılan genç adama baktı. Jimin'in gülümsemesi onu da güldürmüştü. Tekrardan arkadaşına döndü. "Neden kapatmadın?" Namjoon uzandığı yerden kalkıp siyah çerçeveli gözlüklerini taktı. "Lavaboya gitmiştim döndüğümde hâlâ açık olduğunu görünce ve sesleri de duyunca bekleyeyim dedim. Meşhur sanatçımız orada mı?" Hoseok'un bakışları jimin'i bulduğunda kafasını salladı. Jimin anlamaz bakışlarını bir telefonda bir hoseok'ta gezdirip sorgulayan bir yüzle baktı. "meşhur sanatçı mı.." diye geçirdi içinden "Benden mi bahsediyor? Yok canım.." düşündüklerini reddederek konuşulanları anlamaya çalıştı.
"Tanışabilir miyim?" Hoseok ciddi bakışlarıyla jimin'e dönerek isteyip istemediğini sordu. Jimin şaşkınlığını hemen üzerinden atmaya çalıştı "İsterim tabii ki"
diyerek hoseok'un tam yanında durdu, omuzları birbirine değiyordu."Evet hyung, teşekkür ederim. Beni çok utandırdın ve ayrıca sevindirdin. Dediklerini dikkate alacağım. Minnettarım çok teşekkürler umarım bir gün görüşebiliriz." Jimin'in son sözlerinden sonra aramayı bitirdiler. Hoseok namjoon'un iletişim becerilerine bir kez daha hayran olmuştu. Jimin ile yıllardır tanışıyormuş gibi konuşması, tablosu hakkında yaptığı övgüler ve tavsiyeler.. kısacık bir sürede kayda değer bir tanışma olmuştu. Bu adamdan öğreneceğim çok şey var diye düşündü tekrardan.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
before sunrise || jihope
FanfictionFarklı sebeplerden aynı şehire gelen jimin ve hoseok birbirlerini tanımamalarına rağmen gitmeden hemen önce paris'te bir gece geçirmeye karar verirler. "Dünya için görünmez olduğunu düşünen jimin, şimdi fark edilmenin verdiği yaşam soluğunu bu yirmi...