9

94 14 47
                                    

"O ışıklı okyanus tamamen sessizliğe gömüldü."

Black Swan-Bts(piano cover)

Black Swan-Bts(piano cover)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

****

(Bu bölüm jimin'e odaklanmaktadır.)

2 hafta sonra...

Sert fırça darbeleri atölye'nin her köşesinde yankılandığında, tüm sesler kesilmiş gibiydi. Park Jimin'in öfkesi ve hüznü haftalardır içinde çırpınıyordu. Bundan dolayı atölyesine yerleşmiş, olabildiğince dünyadan soyutlanmayı tembihlemişti kendine. Son fırça darbeleri orta boylu tuvalde gezinirken derin bir nefes alıp elinin tersiyle alnındaki ter damlalarına sildi. Yine önceki günlerin tekrarını yaşıyordu bugün; biraz sonra büyük fırçasıyla siyah ve mavi rengini karıştıracak ve ruhundaki eksikliği tuvale dokunan boya ile geçirmeye çalışacaktı. Ardından yaptığı işi beğenmeyecek, onu da sinirle diğer hayal kırıklıkları'nın yanına koyacaktı. Yeniden ölü gibiydi genç adam; yaşam hakkını bir ruhta kullanmıştı, şimdi o ruh gitmişti ve o da yaşamaktan yoksun kalmıştı. Geride bıraktığı günleri geçmiş diyerek anamıyordu jimin, onun için 'şimdi' nin anlamı yaşadığı geçmişte saklıydı. Geçmişini şimdide yaşayan hayalî bir bedenden farksızdı artık.

Eski atölyenin kırık camından içeriye giren yağmur damlaları, Jimin'e tanınan sessizlik süresinin sona ermiş olduğunu bildiriyor gibiydi. Boyalı ellerini önlüğüne silip, tabureden kalktı. Beli, insanlığın tüm yükünü sırtlamış gibi feci bir ağrı sunuyordu ona. Omuzları kaskatı kesilmişti, en ufak hareketinde keskin acı duyuyordu. Ressam olmasına rağmen başarısız olduğu bir şey vardı genç adamın; karanlık dünyasını, tuvale değen boyalardan mahrum bırakmak. Tuvaller renklenirken ruhu karanlığın esiriydi ve Jimin buna dur diyemiyordu.

Her sanatçı kusurlarla doluydu; eserleri popülerliğin kanadında gezen van gogh'un, kendine yenik düştüğünü kim aklına getiriyordu ki? Büyük buhranların eşiğinde olduğu süre boyunca o eserleri yaratırken, günümüz insanının gördüğü tek şey göze hitap edip etmediğiydi. Peki ya frida kahlo, hayatı boyunca sağlığıyla mücadele etmekteydi lâkin sanata tutunarak yaşamaya çalışmıştı. Gentileschi'nin küçükken gördüğü taciz onu hayata ve sanata biraz daha sert yaklaşmaya, içini o yolla soğutmaya itmişti. Kendini anlatan insanların ortak noktası buydu işte; yaşarken değil ölüyken var olmak.

Yirmili yaşların ortalarına doğru o sanatçılar gibi olacağını düşünürdü Park Jimin. İlk kez hayat yüzüne yıldız tozunu üfleyip, karşısına Jung Hoseok'u çıkarana kadar bu düşüncesi onunlaydı. Öncesinde ümitsizlik çemberinde her zamanki ritüelini yapıyor ve yavaş yavaş soluyordu. Şimdi ise umut kelimesi hiç var olmamış olsa dahî genç adam, Hoseok'un gozlerine bakarak o kelimeyi sayıklayabilirdi. Kendini bir insanda bulmuş olabilmek, yalnızlığın en büyük düşmanıydı. Uzun saçlı, esmer tenli ve güzel gülüşlü adamı her hatırladığında-ki unutmak nedir bilmiyordu- tüm her şeyin üstesinden gelebilirmiş gibi hissediyordu ve bu his hüznünü ve kendisini yenecek kadar güçlüydü.

before sunrise || jihopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin