/Aralık 1996"Abla yalvarırım sana, ben yapamam n'olursun!" Dicle'nin çığlıkları tüm konaktan işitilecek cinstendi. Sesi sürekli titriyor, kesik kesik soluyordu. İki elinin de ince uzun parmakları makasın iki kolundaki deliklere yerleşmişti. Firuze'nin elleri de kardeşininkilerin üzerindeydi.
Zavallı kadının bacakları boşalacaktı neredeyse. "Hayır! Hayır! Yapma n'olur!" Şu an isterse belki çekip gidebilirdi ancak bunu yaparsa karşılığının şu anki durumdan çok daha ağır olacağını tahmin edebiliyordu. Tek çaresi ablasını caydırmaktı ama bu da mümkün değil gibiydi. "Abla sana yalvarıyorum yapma n'olursun!" Boğazı fecaat bir hâldeydi. Yutkundukça kan tadı alacağını düşünüyordu ama neyse ki bu hiç olmamıştı.
Ekrem bir sandalyede oturmaktaydı. İki elini de sanki bağlanmış gibi sandalyenin arkasında tutuyordu. Belli ki kendi isteğiyle buradaydı.
Öylesine korkmuştu ki boynundaki her bir damar sayılabilecek kadar belirgindi. Dehşet verici bir hızla nefes alıp veriyordu. Ayrıca ter içindeydi ve gözleri yuvalarından uğrayacakmışçasına açıktı. Şakaklarından ince ince terler süzülmekteydi.
Adamın iki çenesi tıpkı bir dişçi koltuğundaymışçasına biribirinden olabildiğince uzaklaşmış ve dili de bir yılan gibi karşıya doğru uzanmıştı. Makasın kanatları da bu organa sarılıyordu.
Dicle gözyaşları içinde yalvarmaya devam etse de Firuze buna aldırmadı. "O bizim kara kutumuz olacak, her şeyimizi bilecek ama tek kelime edemeyecek. İyi bir baba kendinden vazgeçmiş olan babadır, değil mi? Fedakârlık etmek gerekir." Bir süre kardeşinin dehşet içindeki gözlerini seyrettikten sonra "Kapat o makasın kanatlarını, bana yaptırma." diye mırıldandı.
"Hayır! Hayır yapamam! Abla sana yalvarı..." Kadıncağızın cümlesi iki çığlıkla birden bölünüverdi. Kendisi de Ekrem de var güçleriyle haykırıyorlardı çünkü Firuze daha fazla sabredemeyerek iki kanadı birbirine kavuşturmuştu.
Delikanlının dili şimdi kucağındaydı. Organ minik hareketlerle çırpınıp duruyordu. Bölgedeki kasların istemsiz tepkisiydi bu.
Ekrem çenesini kapatarak elleriyle ağzını örttü. Artık çığlıkları gürültülü iniltilere dönüşmüştü. Sandalyeden düşerek kendini yere attı. Kopan parçası ayağının hemen dibindeydi. Dilinin hâlâ ağzının içinde olan son parçasından oluk oluk parlak kırmızı kanlar fışkırıyordu.
Dicle onun yanına çökerek hemen bedenini kollarının arasına aldı. Ona bir annenin çocuğuna sarıldığı gibi sarılmıştı. Bu sırada gözyaşları delikanlının gömleğine dökülmekteydi.
Bu kesinlikle korkunç bir tabloydu. Evet, tablo diyorum çünkü bu şey gerçekten de bir sanat eseriydi. Firuze bu anı görselleştirmek için haftalarca uğraşmış ve 2000 senesinin ilk aylarında kız kardeşine hediye etmişti. "İşte milenyum hediyen." diyerek de alay etmekten geri durmamıştı.
'Dilsiz Mahluk' tablosu günümüzde bile Atasoylar'ın evinde bir köşede asılı hâlde durmaktadır.
Firuze yere kapaklanmış olan günahkârları - kendi tabiriyle - sırıtarak seyretmekten büyük zevk duyuyordu. Ekrem denen o uşak geçen ay yaptığı hamlenin bedelini ödemeliydi, ömrünün kalan her gününde. E tabii her şeyden önce susmayı öğrenmesi gerekirdi. Bu en önemlisiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizden Öte
Mystery / ThrillerBebek'teki lüks bir sitenin ev sahipliği yaptığı bu psikolojik gerilim romanı, yakın geçmişte şahit olunan gizemli bir ölümü ve beraberinde cereyan eden ızdıraplı cinayetler silsilesini ele almaktadır. Kurbanlar deliliğin eteklerinde gezinen fikirle...