2. Bölüm

35 7 5
                                    

Onu kaçırmamı isteyen bakışlarıyla bana bakıyordu. Onu kaçıracağımdan emin bir şekilde duruyordu karşımda. Güldüm.
"Birazdan göreceğin şeye çok sesli tepki verme olur mu?" Diye bir soru yönelttim. Dediğim şeyi anlamlandıramamış bir şekilde suratıma baktı. "Olur mu?" Diye üsteledim. Koruma sesleri gelmeye başlamıştı. Dediği gibi onu aramaya başlamışlardı.

Sorduğum soruya hâla cevap alamadığım için "bana güveniyor musun?" Diye daha çabuk cevap verilcek bir soru sordum. Önce bi duraksadı ama şöyle dedi. "Sana güvenmesem o mektupu sana göndermezdim." Güldüm.

"O zaman şimdi şu korumaların buraya gelmeden önce gitsek iyi olur gibi, ne diyorsun?" Önce başıyla onayladı. Sonra konuştu, "Daha ne duruyorsun? Kaçırsana beni."

Hiç tanımadığı birine üstelik imparatorluğun en iyi suikastçisine bu denli güvenen bir kraliyet mensubu mu? Cidden mi?

Korumaların sesi daha da yaklaşmıştı. "Şu andan itibaren sesli bir tepki versende çok bir önemi kalmadı haberin olsun." Dedim ve kanatlarımı serbest bıraktım. Gözleri kocaman açıldı. Gece gibi simsiyah olan kanatlarıma bakakalmıştı. Tam konuşacağı sırada izin vermeyip kucağıma alıp aya doğru kanat çırpmaya başladım. Başladık. Bu günden sonra bu prenses benim tutsağımdı.

Mary bu uzun gece yolculuğunun yanında getirdiği uykuyla,kucağımda uyuyakalmıştı.

Gün doğumu çok güzel gözüküyordu ama üstünde durduğumuz ağaçlarla dolu olan bu ormanlık bölge, evet benim evim bu ormanda bir mağaraydı.

Gün doğumu her ne kadar güzel gözüksede artık bu kanatların dinlenmesi gerekiyordu.

Yere biraz sert iniş yapmış olmalıyım ki Mary biraz rahatsız olmuş gibiydi. Gerçi gece boyu kucağımda onu taşıdığımdan olsa gerek kollarımda yorulmaya başlamıştı. Bir ağacın kenarına yatırdım onu. O uyandıktan sonra yola koyulsak iyi olabilirdi. Ama ben, her ne kadar Mary bana güvensede, ona güvenmiyordum. Güvenemiyordum.

Mary'i yatırdığım yerden kaldırıp yavaşça sırtıma aldım ve yürümeye başladım. Uzunca bir yürümeden sonra gelmiştim. Pardon gelmiştik. İlk defa mağaramda benle birlikte biri yaşayacaktı. Bu biraz gericiydi.

Mary'i yatağıma bıraktım. Yerde yatıramazdım, sonuçta o bir prenses. İlk geceden belinin tutulmasına gerek yoktu. Ama üstündeki bu süslü elbiseyle çok çabuk tanınabilirdi.

Ormanımın hemen dışında ufak bir köy vardı. Ve şansıma o köy beni seyyar bir müzisyen olarak tanıyordu. Belki biraz da dolandırıcılık vardı.

Kendimi övmek gibi olmasın ama tanrının sadece Mary'i özene bezene yarattığını sanmayın. Siyah kısa dalgalı saçlarım. Yakışıklı ve aynı zamanda güzel olan bu yüzüm. Çok güzel fiziğim. Mükemmel büyü yeteneğim ve güzeller güzeli sesim vardı. Ben kendimi size överken çoktan köyün girişine gelmiştim.

Elimdeki gitardan bozma tahtadan olan bu müzik aletini tıngırdata tıngırdata içeri girmiştim. Ee tabi ünümden dolayı hemen seyyarlar tarafından tanınmıştım ve çok güzel karşılanmıştım.

"Lex geldiğin yere geri git!" Hemen yanındaki elbise dükkanının sahibide boş durur mu? Yaşlı bunak. Hemen söylenmeye başladı. "Aldığın kıyafetlerin parasını ver artık! Evini bulduğum gibi kapına dayanacağım! Bla bla..." Onlar bana sevgi dolu sözcüklerini söylemeye devam ederken bende onlara "Bende sizi çok özledim." Diye yüksek sesle selam verdim.

Bir köşede şarkımı söylemeyi bitirmiştim. Bugünki hasılatım ne kadarmış acaba? Diyip. Şapkayı elime aldım. Çakıl taşı, çakıl taşı, biraz kum, aa o da ne öyle! Biri bakır bozukluklarını benimle paylaşmış. Tam tamına 3 bakır bozuk param olmuştu. Şimdi acaba hiç uğramadığım bir dükkan var mıydı diye düşünürken, karşımda yeni açılmış bir elbiseci dükkanı gördüm. Şanslıydım.

İçeri girmemle karşımdaki tanıdık yüzle duraksamam bir olmuştu. Gümüş saçlı kız, şu anda karşımda duruyordu. Neyseki o gece taktığım maske sayesinde beni tanımamış, bir köylüye attığı ezici bakışın aynısından bana da atmıştı.

Yanından geçip gittim ve arkasında duran tam köylü kıyafeti gibi duran o elbiseye baktım. Yeşil renkliydi üzerinde tül işlemeleriyle süslenmişti. Elbisenin etek kısmının bittiği yerde çok göze batmayacak şekilde çiçek nakışları vardı. Evet tam serçeye pardon Mary'e göre bir elbiseydi. Kesinlikle almam gerekiyordu.

Görevli elbiseye attığım bakışı görmüş olmalı ki hemen yanıma geldi. "Efendim, size nasıl yardımcı olabilirim?" Diye sordu. "Bu elbiseyi bana vererek." Dedim. "Tabi efendim. Kim için almıştınız? Kendiniz giyecek olamazsınız." Dedi. Doğru ya! Köy beni erkek olarak tanıyordu.

Bozuntuya vermeden bir yalan salladım ortaya. "Eşim çok hasta, son günlerini yaşıyor. Mutlu olması için ona elbise almak istemiştim. Rica etsem bu elbiseyi bana biraz indirimli verebilir misiniz?" Dedim. Bana hayranlıkla baktığını görebiliyordum. "B-bayım, bu hikayeniz çok üzücü. Elbiseyi size bedava veremem ama cebinizde olan tüm parayı verebilirsiniz." Dedi. Sanırsam köye yeni gelmiş biri olmalıydı ki, bu dediğime hemen inanmıştı.

Cebimdeki 3 bakır parayı çıkarttım ve verdim. Yavaşça elbiseyi uzattı. Daha fazla numara yaparak hafif ağlamaklı ve birazda minnettarlık duymuş surat ifadesiyle doğrudan gözlerine bakarak, "Çok teşekkür ederim. Bu iyiliğinizi unutmayacağım." Diyerek çıktım. Doğruca ormana doğru yürümeye başladım.

Mağaraya gelmiştim sonunda. Tek isteğim şu anda sadece birazcık yatıp uzanmak fakat olmayacak gibi.  Gelir gelmez ağlamaklı bir çift gözle karşılaşmıştım. Belliki ilk defa tek kalıyordu. Korkmuş, tir tir titriyordu. Yanına oturdum. Derin bir nefes verdim. "Sakin ol, korkmana gerek yok. Bak işte, burdayım. Tam karşındayım." Gülerek devam ettim.

"Hem evimin düzeni o kadar da korkunç değil! tamam mı?" Dedim. Biraz sitemkâr bir tavırla.
"E-evin mi?" Diye sordu, küçük bir çocuk edasıyla. "Evet, evim." Dedim ve ekledim. "Bence gayet güzel. Hem dışarıya göre gayette ferah ve serin." Dedim kendimden emin bir tavırla. Gülmüştü. "Ah unutmuşum sana bir şey aldım. Beğenir misin bilmiyorum ama başka da bir seçenek yok gibi duruyor." Dedim elimle üstümü göstererek. "Gerçi dışarda seni arayan gardiyanlara yakalanmak istiyorsan orası ayrı tabi." Dedim aldığım elbiseyi ona doğru uzatarak.

Meraklı bir tavırla elbiseye baktı, sonra bana baktı. "Sen böyle elbiselerden anlar mıydın?" Diye sordu. Hadi canım sonuçta bende bir kızım ve inanmayacaksınız ama bende bir süre sarayda yaşadım. Bunu onun bilmesine gerek yoktu gerçi. Göz devirdim. "Ama küçük prenses kırıcı oluyorsunuz, sonuçta bende bir kızım dimi." Dedim. "Ah doğru, tamamen aklımdan çıkmış. Özür dilerim." Dedi.

Derin bir nefes alıp verdim. Belliki ilerdeki köyden haberi bile yoktu. Rahatladım kaçma ihtimalini sıfıra indirmiştim. Şimdi rahatlıkla uzanıp uyuyabilirdim.

"Mary, şimdi izninle yatağımdan kalkarsan birazcık uyumayı düşünüyorum."
"Ah özür dilerim. Tabi bütün gece beni taşıdın. Doğru ya! Az kalsın unutuyordum. Senin... senin kanatların neden var?"
Bu soruyu sormasını bekliyordum ama cevap verir miydim? Muamma.
"Evet küçük leydi! Dün gece boyu seni taşıdım. Üstelik sadece geceyle de kalmadım. Senin prenses uykun devam etsin diye, bu yatağa kadar da taşıdım."
"Taşıdım demek pek olmadı gibi onun yerine uçurdum diyebilirsin dimi?" Dedi.

Nasıl yani uyumuyor muydu? Her şeyin farkında mıydı? Bu küçük leydiden de bu beklenirdi gerçi.

"Evet küçük leydi, uçurdum. Ne o yoksa sende öteki insanlar gibi kraliyetten olmadığım halde nasıl kanatlara sahibim diye beni örseliyecek misin? Hepi..." Cümlemi tamamlayamadan gördüğüm şey sayesinde şaşkınlıkla bakakalmıştım.

Serçeye benzetmekle nokta atışı yaptığımı farkettiğim bir görüntüyle karşı karşıyaydım. Onunda. Marynin de kanatları vardı! Üstelik ufacık, serçe kanatları gibi kanatları vardı. Benim karga kanatları gibi kocaman olan kanatlarımın yanında, ufacık kalmıştı. Tatlıydı.

İmparatorlukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin