8. Bölüm

27 4 2
                                    

Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Arex içten içten beni öfkelenmem ve irademi kaybetmem için bir şeyler söylüyordu, üzgünüm Arex ama seninle sonra hesaplaşacağız.

Son kez sakinleşmem için nefes alıp verdikten sonra Mary ve Leos'a bakıp. "Tebrikler! Umarım bu kararınızdan zaman geçtikçe pişmanlık duymazsınız." Diyip arkamı dönüp imparatorluk ormanına doğru yürümeye başladım.

Mary arkamdan bana bağırıyordu, "Hey! Lexy lütfen beni bekle! Yolu bilmiyoruz." Arkamı bile dönmeden, daha fazla bağırmasına da izin vermeden durdum.

"Yanında iki tane elf var kör müsün? Benim ormanda kaybolmam daha olası." Diyip kanatlarımı dışarı çıkarttım.

Son kez arkama dönüp Mary'e baktığımda, bana bakıyordu. Çaresizce bakıyordu işte ama beni daha fazla kontrol etmesine izin veremezdim.

Ben kalpsiz, soğukkanlı, acımasız bir suikastçiydim ve öyle de olmaya devam edicektim. Daha fazla kimseye tolerans gösteremezdim.

Bu kişi, sevdiğim biri olsa bile...

Uzunca bir uçuştan sonra mağarama varmıştım. Mary'nin kokusu az da olsa hala burdaydı.

Derince bir nefes aldıktan sonra yatağıma uzandım ve öylece mağara tavanına baktım.

Acaba Mary iyi miydi? Yanındakilerle ormanda kaybolmadan yolu bulmuşlar mıdır? Ve daha bir çok soru vardı aklımda ama bu soruları düşünecek vaktim yoktu.

Yataktan kalktığım gibi masa başına oturdum, gelen iş mektuplarına baktım. Bunlar tabikide normal iş mektupları değildi, birilerinin ölmesini isteyen mektuplardı.

Rastgele bir tanesini elime aldım. Zarfı buz mavisi bir renge sahipti, üstündeyse gümüş renginde mühür vardı.

Bu mektupu gönderen kişi bildiğin açık adres vermişti.

Kontun ailesinden biri olmalıydı. Merak edip mektubu açtım ve içindekini okumaya başladım.

Zengin, şımarık kızların birbirini çekememesi gerçekten yorucuydu. Biri birini kıskandı diye birini öldüremezdim. Benimde bazı kurallarım vardı.

Elime başka iş mektubu alıp onları yapmaya koyuldum ve zaman akıp gitti.

Bir kaç hafta sonra bir suikast görevinden dönmüşken, mağaranın dışından tanıdık bir ses geldi.

"Beni içeri davet eder misin yoksa ben yine kendi bildiğim gibi mi yapayım?"

"Kendini çok cesur hissediyorsan içeriye adım atabilirsin tabi ama anlının ortasına hançer yemen, bence eğlenceli bir görüntü oluştururdu dimi Şef Aphollo?"

"Bakıyorum da adımı hala unutmamışsın."

"Takıldığın konu bu mu gerçekten?" Bu adam gerçekten tuhaf biri.

"Buraya daha çok seni görmek için gelsemde, bu mektubu sana vermem gerekiyor. Maryden özellikle sana."

Ne? Mary birde utanmadan bana mektup mu gönderiyordu? Sakin ol Lexy. Nefes al nefes ver.

Her ne kadar beni kontrol edemez desemde, hangi ara bu ufak prensese bu kadar bağlanıp ipleri onun eline verdiğimi bilmiyorum.

Derince bir nefes verip Apholloya, "Mektubu verebilirsin, şimdi git." Dedim bütün ciddiyetimle.

Mektubu bana verip, "Umarım seninle tekrar görüşürüz ama bu sefer sakin bir şekilde." Diyip gülüp gitti.

Elimde mektup, mağaranın ortasında kalmıştım. Yalnızlığı yeni hissetmeye başlamış gibiydim. Kafamı mektuptan kaldırıp, mağaranın içine baktım.

İmparatorlukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin