4. Bölüm

24 6 1
                                    

Bulunduğum yeri bilmiyordum. Etrafa bakıyordum ama nafile, her yer simsiyahtı. Bu siyahlığın içinde muhtemelen gözleri kırmızı olmasa onu da göremeyeceğim bir şey vardı. "Küçüğüm..." dedi çatallanmış ve yankı yapan bir sesle.

Biraz korkutmuştu ne yalan söyleyeyim. Sözüne devam etti. "Ahh küçüğüm! Aynı bana benziyorsun. Zamanında bende kendimi hiçe sayarak birinin önüne atmıştım. Kim o? Kim için kendini feda ettin?" Diye bir soru yöneltti.

"Korkuyorsun... korkma." Dedi.
"Bi-bir şeyim değil. Yani en azından aramızda bir şey yok. İçimde bir his var ama ne olduğunu bilmiyorum. Bir tarafım sadece onu korumamı söylüyor."

Ses gülmüştü ve tekrar konuştu. "Küçüğüm sen bana benziyorsun. Belli ki ruhlarımız bir. Sana güçlerimi veriyorum. Bir şey olursa küçüğüm, aya doğru kanatlarını çırp. Merak etme ben seni bulurum. Artık gitme vaktim geldi." Dedi ve bana doğru yaklaştı.

Mary'e olan şey gibi olmuştu göğsüme doğru gelmişti. Etrafa grimsi bir ışık saçılmaya başladı. Parlıyordum sanırsam. Aynı zamanda havalanmış gibi de hissediyordum. Yavaşça yere doğru düşmüştüm. Bırakılmış gibiydim daha çok.

Bir ses duyuyordum. Ağlamaklı bir ses. Tanıyordum bu sesi galiba. "Lütfen... lütfen uyan. Hepsi benim yüzümden oldu. Özür dilerim." Bunları derken bir taraftan da sertçe beni sallıyordu.

Gözlerimi yavaşça açtım. Görüntü bulanıktı ama kim olduğunu anlaması zor değildi. "Eğer beni böyle sallamaya devam edersen, siyah sisten dolayı değil de sarsıntıdan dolayı ölürüm." Dedim.

Doğrulmaya çalıştım göğüs kafesim ağrıyordu. En son bu denli ne zaman ağrıdı hatırlamıyorum. Yavaş adımlarla yaşadığım alana doğru gidiyorduk. Mary koluma girmişti. Sanki taşıyabilirmiş gibi bir inancı vardı.

Koltuğa oturdum. Mary'i iyi olduğuma ikna edip yatağa göndermiştim. Biraz soluklandıktan sonra üstümdeki tişörtü çıkarttım göğüsümün ortasında siyah desenler vardı. Bunlarda neydi? Ve bana nasıl bi katkı sağlamıştı? Aklımda daha çok soru vardı ama yorgunluğum daha ağır gelmiş olsa gerek. Uyumuştum.

Uyandığımda gün doğmuştu. Kuş sesleri çok fazla geliyordu. Yavaşça doğruldum ama göğüs kafesimde ağrının gittiğini farkettim.

Tek gecede gidecekse bu kadar ağrıtması nedendi ki? Kuş sesleri rahatsız edici olmaya başlamıştı. Kafamı mağaranın dışına doğru çevirdim ve gördüğüm manzara kalbime bi şey saplamış gibi hissettirdi.

Mary kanatlarını dışarı çıkartmış şarkı söylüyordu. Çok güzel sesi vardı ama kuşlar ona eşlik edicem diye Mary'nin sesini kısıyordu. Sinirimi bozmuştu bu durum.

Sessizce kuşları kovmuştum. Yere oturmuş sırtımı kayaya dayamış Mary'i dinliyordum. Kuşların gittiğinden bile haberi yoktu çünkü gözleri kapalı söylüyordu.

Kollarımı göğüsümün üstünde birleştirmiş onu dinleyen beni farketmişti. Gülümsedi. Eliyle rüzgardan dolayı önüne gelen saçını kulağının arkasına atmıştı.

"Ee sesim nasıldı?" Diye sordu. Yere bakarak "Çok güzel ve..." dedim. Derince bi nefes alıp, kafamı yerden kaldırarak doğrudan suratına baktım. Gözlerim nasıl gözüküyordu bilmiyordum ama suratına bakınca utanmıştı.

"Ve?" Diye sordu. "Ve çok huzur vericiydi. Artık sana verdiğim dersler karşılığında belki şarkı söylemeni isterim." Dedim.

Yanıma doğru yürüdü ve tam yanımda durdu. Sırtını kayaya yasladı. Kalbimin kendinden geçer gibi bir hali vardı. Tek gecede ne olmuştu bana böyle? Kafasını yukarıya, gökyüzüne bakarak konuştu. "Tabii ki söylerim. Sen yeterki iste." Dedi.

Ayağa kalktım. Bana baksın istiyordum. Bana bakarak konuşsun istiyordum. Ne oluyordu bana böyle?

Karşısına geçtim, bir elimi duvara diğer elimi çenesine götürdüm. Kafamı suratına daha da yaklaştırmıştım. Nefeslerimiz birbirine çarpıyordu ama bunlar, bütün bu olanlar, neden benim istemim dışında gerçekleşiyordu? Ve neden parmak ucuna çıkıp ellerini boynumda birleştirip bunları yapmama izin veriyordu?

"Özür dilerim." Diyip kendimi geriye çektim. Biraz rahatlamış ama biraz da üzülmüş gibi bir hali vardı. Noluyordu bize böyle? Araştırmam lazımdı.

İçeriye doğru yavaşça yürüdüm. Maryden uzaklaştıkça kalbim acıyordu ve göğüs kafesimin üstündeki desenler parlıyordu. Parladıkça canım acıyordu. Adımlarımı hızlandırarak koltuğa oturdum. Elimle kalbime baskı uyguluyordum aşırı derecede acıyordu, nefes almakta zorluk çekiyordum.

Koltuğa daha da yaslanıp kafamı acıyla arkaya atmıştım, gözümden bir damla yaş akmıştı ve sanırsam yine bayılmış olmalıyım ki, yine o siyah yerdeydim.

Siyah cübbe giymiş, benimkisi gibi simsiyah saçları vardı ama onun saçları dümdüz ve upuzundu. Keskin ve net bakışları vardı. Omuzunun üstünde simsiyah bir baykuş vardı. Sanki biraz sinirliydi.

Neden sinirli olduğunu bilmiyorum ama sinirliydi. Sanki elinde olsa beni öldürecek gibiydi. Gerçi zaten o derece güçlü biriydi neden hala yapmamıştı ki?

Sinirli bir ses tonuyla konuşmaya başladı benimle. "Reacheldan neden uzaklaşmaya çalışıyorsun! Onu öpücektim. Yüzyıllar sonra onu öpecektim! Ama senin yüzünden yapamadım!" Diye biraz bağırarak konuştu.

Bir dakika o, Mary'e Reachel mı demişti? "Yalnız o Mary, Reachel dediğin her kimse onunla bir bağlantısı yoktur." Dedim kendimden emin bir şekilde. Güldü. Birazda olsa siniri gitmiş gibiydi. "Ahh küçüğüm, hiç bir şeyden haberin yok mu?" Dedi. Kafamı olumsuz anlamda bir sağa bir sola salladım. Anlatmaya başladı.

Uzunca bir süre anlattığı şeyleri dinledim ve doğru anlamış mıyım diye onun anlattığı şeyleri üstünkörü tekrar etmek istedim.

"Yani şimdi sen yüzyıllar önce kara büyü kullanan bir cadıydın. Üstelik bütün diyarlarda adı korkuyla anılan bir cadıydın. Ama bir gün sana biri aşırı kuvvetli bir aşk büyüsü yaptı. Ve Reachel dediğimiz kişi, senin bu büyü sayesinde takık bir şekilde aşık olduğun en güçlü kraliyet büyücüsü." Diye birazını söyledim.

Buraya kadarını doğru mu söyledim diye suratına baktım. Evet dercesine kafasını yukarı ve aşağı yaptı. Devam ettim.

"Aynı büyü Reachel'a da yapıldığı için birbirinizi seviyorsunuz. Ve o gün Mary ve benim, içimize giren ışıklar aslında sizin kalplerinizdi ve şu anda ikimizde de iki kalp var. Biri senin biri benim."

"Evet küçüğüm. Kalplerimizin o kadar uzun süre bir arada kalması ve mezarlarımızın o mağarada olması, tesadüf değil. Hepsini ben ayarladım."
"Anladım." Dedim sakin bir ses tonuyla. Devam etti.

"Son büyü gücümle çok güçlü bir büyü yaptım. Yaptığım büyü sayesinde ikimizinde kalbi ordaydı. Sayenizde artık içinizde."  Dediği şeyle biraz sarsılmıştım. Yani içimizde artık iki kalp mi vardı? Bu halimi görünce şöyle dedi.

"Ve küçüğüm unutma ki iraden her şeyindir. Eğer iradeni kaybedersen kalbim bedenini ele geçirir. Ne yaptığımı görsende karşılık veremezsin."

İşte şimdi işin rengi biraz değişmişti, artık içimde sürekli bir savaş döncecekti. Baykuşuna baktı sonra bana baktı. "Yoldaşım olan bu baykuşu seninle birlikte göndereceğim. Artık her şeyi biliyorsun." Dedi.

Mary koltukta yanımda uyuyakalmıştı. Bayıldığımda benim için endişelenmiş olması gerekiyordu. Fazla bakmamaya çalıştım çünkü Arex'in kalbinin gücü korkutuyordu.

Doğru ya baykuş gelcekti nerde acaba? Diye düşünürken, dışardan içeriye siyah bir şey girdi. Omuzum Arex'e kıyasla daha ufak kaldığı için omuzuma konamamıştı, onun yerine koltuğun koluna konmuştu.

Ben baykuşla ne yapacağımı düşünürken bir anda sağ tarafımdan çığlık sesi geldi. Mary baykuştan korkmuştu. Tam koluma sarılacakken koltuktan kalkmıştım. Üzülmüştü. O üzülünce benimde kalbim teklemişti.

Baykuş koluma konsun diye kolumu gösterdim, hemen gelmişti. Gözleri kalbimin acımasıyla biraz parlamıştı. Arex dikkatli olmamı söylüyordu sanırsam.

Son kez Mary'e dönüp "Üzgünüm..." dedim. Ve mağaradan çıktım. Bu geceyi biraz farklı yerlerde geçirecektim.

İmparatorlukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin