hanbin sinirlerini kontrol altına alarak masaya ilerledi. hao'yu kıskanmaya hakkının olmadığını biliyordu. bu yüzden kıskandığını belli etmemek için ekstra bir çaba göstermek istiyordu. ayrıldıklarından dolayı hao'nun bundan rahatsız olacağını farkındaydı. yardım etmesinden bile rahatsız ise bundan bir hayli olacaktı.jihoon ile göz göze yüzüne sahte bir gülümseme koydu. hao'nun arkası hala dönüktü. yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. jihoon gerilmiş bir ifadeyle hanbin'e bakıyordu.
"selam."
hao gözlerine inanamamıştı. hanbin'in burada ne işi olduğunu kafasında bir yere koyamıyordu. birazcık samimi oldular diye böyle yapacak bir tip olmadığını düşünüyordu. peki, neden buradaydı? jihoon'un yanında bunu sormak istemediği için sessiz kaldı.
jihoon sudan bir yudum alarak konuştu. "selam hanbin, sen de yemek ister misin?"
"yok, sen özürünü dilediysen bizim bir kalkmamız lazım."
hao kaşlarını çattı. hiç oturmak istememişti, kalmak istiyordu zaten ama bu şekilde kalkmanın doğru olacağını düşünmüyordu. hanbin'in bu işe karışması mantıklı değildi.
hao tereddüt etse de masanın altından hanbin'in kolunu tuttu. buna bir son vermesi gerektiğini hissediyordu. adını bilmediği çocuk, gerilmiş gibi duruyordu. çocuğu kendisi yollamıştı ve şimdi böyle davranıyordu.
hanbin kolunu hafifçe tutan hao'ya baktı. kaşlarını çatmış bir şekilde kendisine bakıyordu. jihoon ikisinin tartışmaya başlayacağını hissedince gülümseyerek ellerini masaya koydu.
"öyle olsun bakalım. topu sana attığımın farkında değildim, bildiğin gibi. yine de başına gelenler için özür dilerim."
hao çatılmış kaşlarını düzelterek gülümsedi. "ben de gitmem gerektiği için özür dilerim. afiyet olsun sana."
tereddütle tuttuğu kolu sıkıca tutup kafeteryanın dışına sürüklemeye başladı. hanbin ne bok yediğini tam bu an daha net fark etmişti. geri dönüşü yoktu. hao ne söylerse söylesin haklı olduğunu biliyordu. kolunu tutuşundan bile ne kadar sinirlendiğini hissetmişti.
kafeteryanın dışına çıktıkları gibi hao, hanbin'in kolunu bırakmıştı. ilişkileri varken ağır kavga etmemek için her şeyi alttan alıyorlardı fakat artık durum değişmişti. kimsenin bir şeyleri alttan almasına gerek yoktu. nasıl olsa ortada bir ilişki yoktu.
"seni daha önce uyardığımı sanıyordum. çocuğu özür dilemesi için sen yolladın. şimdi de sinirli bir şekilde masaya gelip kalkmamız gerektiğini söylüyorsun. bir de gülümseye çalışıyorsun hanbin, gerçekten seni tanımadığımı mı düşünüyorsun?"
hanbin alt dudağını ısırdı. o anki sinirle yaptığı için söyleyecek bir şey bulamıyordu. hao kollarını birleştirerek ona cevap veremeyen eski sevgilisine bakmaya devam etti.
"cevap bile veremiyorsun. bütün bunları neden yapıyorsun? benden ayrılan sendin, benden ayrılan senken ben bile böyle şeyler yapmadım. sana saygı duydum, acımı içimde yaşadım. senin bencil olman yüzünden ayrıldık. ben yine de saygı duydum, değil mi? lütfen mantıksız hareketlerde bulunmayı kes," hanbin başını yerden kaldırıp gözlerinin içine bakınca hao, aniden konuşmayı unutmuştu. ikisinin de gözleri doluydu. hao zorlansa da cümlesine devam etti.
"ve beni umutlandırmayı da."
hanbin beklemediği cümleyle gözlerini büyüttü. hao daha fazla orada durmaktan çekindiği için neredeyse koşarcasına uzaklaştı. olayların böyle gelişmesini saçma bulsa da umutlanmadan edemiyordu. hanbin'in böyle davranmayı bırakması, eskisi gibi olmasını istiyordu.