gökyüzündeki ay, orman yolunu aydınlatmaya yardım ediyordu. hao, eski sevgilisinin kokusuyla mayıştığı için feneri doğru düzgün tutmakta zorlanıyordu. birkaç saat önce hanbin ile aynı takımda olmamak için dua eden kişi gitmişti. ilk defa bir şeylerin doğru olup olmadığını düşünmüyor, anı yaşıyordu.hanbin yön duygusuna güvendiği için sırtındaki hao ile emin bir şekilde çıkışa doğru yürümeye devam ediyordu. bu sefer anı yaşayan o değildi, yaptığını düşünüyordu. cümleye nasıl başlaması gerektiğini kafasında tartıp duruyordu. özür dilemek istiyordu fakat nasıl dileyeceğini bilmiyordu.
hao ile bir daha böyle rahat konuşabileceği bir anın daha gelmeyeceğinden emindi. bu yüzden daha fazla düşünmekle vakit kaybetmeyip konuşmaya başladı.
"hao, beni dinler misin?"
hao gözlerini açtı. hanbin'in kendini açıklamak istediğini anlamıştı. eninde sonunda bu anın geleceğini biliyordu bu yüzden reddetmek istemedi.
"dinliyorum."
hanbin derin bir nefes aldı. hao o kadar hafifti ki şu ana kadar hiç yorulmamıştı fakat gerginliği yüzünden bugün ilk defa nefes nefese kaldığını hissediyordu.
"öncelikle özür dilerim. seni öptüğüm için pişman değilim, o şekilde öpmem beni pişman ediyor. sen ağlayınca içime bir şey oturdu. kaç gündür öyle huzursuz hissediyorum ki içim içimi yiyor. kendine engel olmalıydım ama olamadım. seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. sevgi değil, aşk aslında. yemin ederim o şekilde çaresiz kalmana sebep olacağımı bilseydim seni odaya soktuktan sonra çıkar giderdim. çok özür dilerim hao, umarım beni anlayabilirsin. kendimi açıklayamadım aslında da neyse işte."
hao ara ara konuşmasını bölüp derin derin nefesler alan hanbin'i en iyi şekilde dinlemişti. basit bir affettim demek istemiyordu. hanbin'in kendini ifade etmekte zorlandığını biliyordu ama hao onun söylemek istediklerini en iyi şekilde anlamıştı.
"nereye gittin?"
hanbin sonunda hao'nun konuşmasına sevinmişti. neyden bahsettiğini bilmiyordu ama cevapsız bırakmaması bile iyi hissetmesini sağlamaya yetmişti.
"anlamadım?"
"o gün, yanına hiçbir şey almadan nereye gittin?"
hao, hanbin için endişelendiği konuyu gündeme getirmişti.
"bok gibi hissettiğim için içtim."
"hanbin yaptığın hoş değildi. beni öptüğün için ağlamadığımı biliyorsun, değil mi? ben sadece benden ayrılan kişinin tekrardan ona muhtaç olmamı sağlamasının çaresizliğine ağladım. tekrardan beni bırakıp bırakmayacağına güvenmediğim birinin beni öpmesinden zevk almanın ne kadar kötü hissettirdiğini tahmin edemezsin. bana umut verme demiştim sana, sen gelip beni öptün," hao boğazının düğümlendiğini hissettiği için yutkundu ve devam etti. "hanbin, sen beni ne kadar öpersen öp aynı heyecanı yaşayan biriydim. gelip beni öyle eskisi gibi öpünce..."
hao daha fazla konuşamayacağını düşünüyordu. hanbin'in adımları yavaşlamıştı. durumun bu kadar kötü duracağını fark etmemişti. en başında kötü durduğunun farkındaydı ama hao'nun açısından bu derece kötü durduğunun farkında değildi.
"özür dilemenin faydası bile yok. bana göre şu an benimle konuşman mucize. ne yapmam gerektiğini bilmiyorum hao, yemin ederim çok üzgünüm. bencilce bir sebepten dolayı seni bırakıp utanmadan yanaşan da ben oldum. sen bana bu kadar saygı göstermişken... özür dilerim."
hanbin'in titreyen sesini duyan hao dudaklarını büzdü. hâlâ deli gibi aşık olmasa asla bu duruma üzülmezdi. hao, hanbin'e hak ettiği halde attığı tokattan dolayı canının yanıp yanmadığını bile merak eden biriyken şimdi nasıl bu durumda güçlü kalmayı bekleyebilirdi ki?
