2.Kabuk

22 4 86
                                    

Karanlık bu hayatta korktuğum, cevabını bulamadığım tek problemdi. Birden bire içimde bu korku belirmiş benimle yıllarca birlikteydi.

Gözlerimi yavaşça araladığımda yoğun beyaz ışık tekrar kapatmama neden oldu. Tekrar açtığımda görüntü netleşti ve tavandaki yoğun parlaklık gözlerimi acıttı.

Ne kadar acırsa acısın benim için güzeldi. Aydınlıktı, beyazdı, ışık vardı. Etrafıma baktığımda odada yalnız olduğumu anladım. En son neler olduğu ağrılarla birlikte kendini gösterdiğinde, merakla tekrardan süzdüm odayı.

Yanı başımda bir komidin, üzerinde bir şişe su ve telefon vardı. Telefonu elime aldığımda kapandığını gördüm. Babaannem. Saatlerce olmadığımı anladığında acaba ne yapmıştı?

Aramıştı muhtemelen ama kapalı kaldığım sürede telefon yanımda değildi. Öyleyse kim bırakmıştı ki? Kesik kesik sahneleri hatırladığım da birimi gördüm. Beni kurtatan kişiyi. Çok silik bir andı. Sadece daha fazla dayanamamış bayılmıştım. Ama bayılmadan önceki sesini hatırlıyordum. "Buldum seni." demişti. Kimdi ki o? Kim kurtarmıştı? Kim getirmişti hastaneye?

Yine tonlarca soru beynimi yakarken, yavaşça oturur pozisyona geldim. Ayak bileğimin acısı iyice artıyordu. Sarılıydı. Belki de kırılmıştı ama asıl sorun şu an nerede olduğumdu?

Çalan kapı açıldıktan sonra içeriye giren hemşire yanıma kadar geldi. Bana bakarak hafifçe gülümsedi. "Uyanmışsınız. Nasıl hissediyorsunuz? Daha iyi misiniz?" Bırak uyanmayı iyi olup olmadığımı bile anlamamıştım ki ben.

Kuruyan dudaklarımı ıslatarak hafifçe araladım. "İyiyim. Sadece ayak bileğimde biraz sızı var ama geçer. Beni buraya kim getirdi?"  Kadına beklentiyle baktığımda, gözlerinden şaşırdığını gördüm. Neden şaşırdığını anlamadığım için kaşlarım çatıldı yavaşça. Hemşire kendini toparladığında nihayet cevap verebilmişti.

"Sizi buraya getiren kişi, uzun süre karanlıkta kaldığınızı ve halsizlikten bayıldığınızı söyledi. Aynı zamanda sizi tanıdığını ama ailenizin gelemeyeceğini belirtti. Sizi buraya getiren kişiyi hatırlamıyor musunuz?"
Bir dakika! Ne?

Ailem, dediği sadece babaannemdi ve evet o zaten buraya gelemezdi çünkü dizlerinden rahatsızdı. Ama beni buraya getiren kişi kimdi? Ayrıca beni tanıdığını da söylemişti. Okulda kilitli kaldığıma göre, okuldaki birisi kurtarmıştı. Ama kim neden kurtarsındı ki beni? Benim ne konuştuğum arkadaşım vardı ne de bana yardım edebileceğini düşündüğüm birisi.

"Ne zaman çıkabilirim acaba?" diye sordum. Çünkü hemen babaannemin yanına gitmeliydim. Beni çok merak etmiş ve
şimdiye çoktan polise veyahut müdüre haber vermiştir.

Hemşire serumu kontrol ettikten sonra bana döndü: "Serumunuz bitmiş ama ayak bileğinizi incitmişsiniz. Bir kaç saat daha dinlenip ağrınız geçtiğinde, taburcu olabilirsiniz." demiş yavaş adımlarla odayı terketmişti.

Sorular bitmek bilmiyordu. Her seferinde yenisi çıkıyor ve ben onlara hala cevap bulamıyordum. Baştan başlayacak olursam, Derya Hoca'nın isteği üzerine, notlarını almak için bodrum kata gitmiştim. İçeri girdiğimde notları ararken birden kapı kapanmış ve kendimi karanlıkta bulmuştum. Saatlerce beklemiş, ağlamış en sonunda ayak sesleri duyduğumda, tekrar tekrar bağırmış ve birisine sesimi duyurabilmiştim. Fakat o sırada hem ayak bileğimdeki acı, hem baş dönmesi, hemde gözlerimdeki sızı ağır gelmiş ve daha fazla dayanamadan bayılmıştım. Bayılmadan önce birinin sesini duymuş ve bu ses çoktan zihnime kazınmıştı. Uyandığımda ise  şuan buradaydım. Hastanedeydim.

Düşünecek olursam beni oraya kilitleyen ya Ece ya da onun sadık arkadaşlarından biri olmalıydı. Çünkü bu kadar ileri gidebilecek başka kimse yoktu. Kaldı ki beni kilitleyen onlarsa karanlık korkumu nereden biliyorlardı ki? Yoksa alelade bir yere de kilitleyebilirlerdi. Ama onlar beklemiş ve ben bodrum kata gittiğimde harekete geçmişlerdi.

Okulda daha önce korkularımdan bahsetmemiştim. Hatta hocalar sorduğunda ya da konu maksadıyla sorular çıktığında önüme hep uydurururdum. Ama daha önce karanlıktan; en büyük korkumdan bahsetmemiştim. Çünkü bana göre, korkular sizi zayıflatırdı. Korkular aynı zamanda zaaflardı. Ve insanların bunları bilmemesi gerekliydi. Bilirseler, bu ne kadar güvendiğiniz bir kişi de olsa bunu mutlaka bir gün size karşı kullanırdı.

Bu sabah hiçbir şey belli etmemişlerdi. Hatta sabah bana bulaşmamışlar, derse ise geç gelmişlerdi. Ama aptallık bendeydi. Bir günümün huzurlu geçeceğine inandığım için önlem almamıştım. Yapmazlar diye düşünmüştüm ama yine yanılmıştım. Onlar zorbaydı. Onlar kendilerini tek söz sahibi sanan bir avuç egoları, boylarını aşmış gruptu.

Okula kayıt olduğum ilk zamanlar asla böyle davranmamıştılar. Bana ilgiyle yaklaşmış, hatta arkadaşlık kurmaya çalışmışlardı. Ama bir zaman sonra bu oyuna muhtemelen devam edememişler ve  gerçek yüzlerini göstermeye devam etmiştilerdi.

Çok fazla düşünce başımı ağrıttığı için kafamı tekrar yastığa koyup uyumaya çalıştım. Uyuyunca geçerdi. Uyuyunca her şey düzelirdi. Gözlerim kapandığında uykunun getirdiği huzura tebessümle karşılık vermiştim.

                                    🖤

Uyandığımda kendimi daha iyi hissediyordum. Baş ağrım azalmıştı, bileğim çok fazla sızlamıyordu ancak hala sargısı duruyordu. Etrafa baktığımda , komidindeki bir şişe suyu aldım ve içmeye başladım. Su boğazımdan geçtikçe rahatladığımı ve susadığımı anlamıştım.

Oturur pozisyona geldiğimde , telefonumu elime aldım ve dolaba giderek içerisinden bana ait olan kıyafetleri alıp giyindim.
Elimi yüzümü de yıkadığımda kendime gelebilmiştim.

Odadan çıktığımda doktorla görüştüm. Çıkabileceğimi ve bazı kremleri almam gerektiğini söylediğinde, sadece başımı sallamış ve hastaneden ayrılmıştım.

Otobüse bindiğimde başımı duvara yaslamış, yola kapılıp düşünmemeye sadece babaaannemi merak etmeye başlamıştım.
Kesin endişeliydi. Beni kurtaran kimse babaanneme de o söylemiş olmalıydı. Acaba hastanede olduğumu söylemiş miydi?
Ya da ne söylemişti? Ve neden beni tanıdığından söz etmişti ki?

Yarım saat sonra sokağın başında ki durağa vardığında, otobüsten indim ve eve doğru yürümeye başladım. Eve varınca, kapıyı tıklattım ve açılmasını bekledim. Uzun süre sonunda kapı açılmış babaannem tüm tontonluğuyla bana gülümseyerek sarılmıştı. Onun kokusunu aldığımda, biraz da olsa rahatlamış ve bir süreliğine kendimi bugünü yaşamamış gibi hissetmiştim:  "Nerede kaldın kızım? Öldüm meraktan, insam haber verir. Neyse ki arkadaşın geldi de o söyledi, okuldan sonra kursa kaldığını. Kendini çok yorma kızım. Biliyorum çok çalışıyorsun ama kendine de zaman ayır."

Babaannem bana neredeyse hergün soylediği cümleleri tekrarlarken ben sadece tek cümlede takılı kalmıştım 'Neyse ki arkadaşın söyledi.' Kimdi o arkadaş? Benim arkadaşım yoktu ki?

Her kimse beni gerçekten tanıyor olmalıydı. Önce bana yardım etmiş,hastaneye götürmüş daha sonra da babaanneme haber vermişti. Kimdi bu gizemli kişi?

Babaannemle yemek yedikten sonra sofrayı toparlamış ve odama geçmiştim. Bugün o kadar karmaşıktı ki , yaşamamış hissetmiştim. Günün çoğu anı zihnimde yoktu.

Tam yatmaya hazırlanırken, sarja taktığım telefondan bir bildirim geldi. Ayağa kalkıp, yavaşça telefona ilerledim ve aldım. Bilinmeyen bir numaradan gelen mesaj bildirimiydi.

Açtığımda ise birçok sorumun cevabını almıştım.

Bilinmeyen numara: "Sana tavsiyem daha dikkatli olman ve sana ait eşyaları ortalıkta bırakmaman. Kendine iyi bak. Ve bi dahakine asla bodrum kata inme. Orası senin için iyi olmasa gerek..."

Mesajdan sonra gelen fotoğrafta ise günlük vardı. Benim günlüğümdü. Okula sadece bir gün götürdüğüm ve içinde her şeyimin yazılı olduğu günlüğüm vardı...
                 
Bölüm sonu...

DENİZ KABUKLARI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin