Heeseung'ın Bakış Açısından
"Abin sana bir şey dedi mi? Bizim hakkımızda?" diye sordum, markete doğru yürürken.
Sessizdi. Günün %75'ini geçirdiği gibi. Bu da, özür dilemediğine göre, Sunoo ona bir şey demedi oluyor.
"Ne de saygılısın, ağzını bıçak açmıyor(!). Sessizlik, saygı oldu bugünlerde(!)." dedim, alayla.
Konuşmak bu kadar zor değil. Tek kelime bile olsa edebilir!
"Ne o? Bana kırgın mısın? Seninle dalga geçtiğim için mi?" diye sordum. Yine bir cevap alamayacağımı bilsemde.
"Hayır." dedi, şaşırtıcı olarak.
"Ne hayır? Ne için hayır? O kadar soru arasından hangisine cevap verdiğini nasıl bilebilirim?" ve yine soru sordum! Sanki cevap verecek.
"Kırgın... Değilim." dedi, utana sıkıla.
Hiç bir zaman öyle olmadın ki...
"Özür dilerim. Ciddi olmadığımı biliyorsun, değil mi? Sadece şaka yapıyorum. Zaten, senden önce deliler hastanesine ben yatardım. Sana deli oluyorum çünkü." dedim, yürümemde ve sesimde hiç bir farklılık olmadan.
O gün sadece ben oradaydım. Kimse yoktu. Kimse onu göremezdi, o kadar güzelken. Belki de Sunoo bile bilmiyordu, kardeşinin ne kadar güzel olduğunu.
Yalnızca bir empat değildi, başkaları için her şeyi yapmaya hazır olan biriydi. Harçlıklarını biriktirip, çarçur etmeden onları yetim çocuklar ya da aileleri fakir olan çocuklar için harcardı. Aynı zamanda, o paranın bir kısmı ile de aldığı dersin parasını öderdi. Aldığı ders, işaret dili dersiydi. Eski bir öğretmenden alıyordu. Oysaki o öğretmen, çocukları tarafından terk edilmiş ve bütün parasına yine çocukları tarafından el konulmuş, yaşlı ve yardıma muhtaç biriydi.
O gün, deli gibi yağmur yağarken, gök gürültüsünden korkmasına rağmen çok cesurdu. Erkek arkadaşından şiddet gören bir kızı kurtarmıştı. Hatta ben şiddet karşıtı olan birinin, birini dövebileceğini bile ilk kez gördüm. Çocuğu çuvala çevirmişti, o kızdan daha beter haldeydi. O kızı evine davet etmiş, o gün evde Sunoo da dahil kimse olmadığı için ona yardım etmişti.
Dış görünüşü değildi, güzel dediğim. Belki de dış görünüşü standartların altındaydı. Dikkat etmedim hiç. Ama kalbi o kadar güzeldi ki, sanki hiç kimse ondan güzel olamaz gibiydi.
"Neden?" diye sorarak, beni düşüncelerimden ayırdı.
"Ne neden? Sevmek için nedene mi ihtiyaç var?" diye sordum. Verebilecek başka bir cevabım yoktu çünkü bilmiyorum. Neden? Bende sordum kendime. Ama aylardır bir cevap yok. En iyi profesör gelse, yine bir cevap bulamaz.
"Ne zaman söyleyeceksin, Sunoo'ya?" diye sordum ona, bir kez daha.
Durdu ve başını öne eğdi. Ellerini sıktı. Görünmeyen yüzünden aşağı bir damla düştü. Ağlıyordu. İkimizin arasında kalmıştı ve seçeneği yoktu. Kendi istediği seçenek asla olmayacaktı. "Sunoo ve ben" diye bir seçeneği yok. "Sunoo" ya da "ben" seçenekleri var.
"Uzun süre saklayamazsın. En sonunda birimizi seçmek zorundasın. Sevgili olduğumuzu kendi öğrenirse, asıl o zaman daha kötü olacak." dedim. Onu çıkmaza sokmuştum bir kere, geri dönüş yoktu. Duvarı atlamak için ya benim elimi, ya da abisinin elini tutmak zorundaydı. Kendisi yapamazdı.
"Ben... Seçmek istemiyorum." dedi kafasını kaldırıp, yaşlarla parlayan gözlerini benimkilerle buluşturarak.
Kollarımı ona sardım ve saçlarını öptüm. Onun ağlaması bu dünyadaki en berbat şeydi. Kalbim sıkışıyor, vücuduma bir şeyler batıyor gibi oluyordu.
"Seçmek zorundasın. Kimse bizden yana değil, biliyorum. O zaman abini seçeceksin. Çünkü kimse bizi anlayamaz. Ama... Bir gün bu anlaşmazlık çözülürse, yine bana gel." dedim.
Ailelerimiz çok iyiydi ama bizlere yansıtmadıkları şeyler vardı aralarında. Büyük bir gerginlik. Her ne kadar yansıtmasalarda, Sunoo ile arkadaş olmama yetecek kadar yansıtmıyorlardı. Sevgili olduğumuzu duysalar, birimizden birimiz bu mahalleden taşınırdık. Belki de şehirden ya da ülkeden. Birbirlerini o derece sevmiyorlar. Bu yüzden bizim sevgimizi anlayamazlar.
Göz yaşları kuruduğunda, markete girdik ve alacaklarımızı alıp, geri döndük.
"Neyse, bir şeyler yiyip sakinleşelim." dedi Jay, büyük ihtimalle yeniden tartışmışlardı.
"Fazla abartıyorsunuz. Deliler hastanesi korkulacak bir yer değil." dedim, yemeye başlamadan önce.
"Şu çubukları gözüne saplayacağım en sonunda!" diye bağırdı Sunoo.
"Hep birlikte tatile çıkalım. Deliler hastanesinde bir hafta. Güzel olmaz mı? Hepimizin ihtiyacı var gibi." dedim.
"Hyung, önündekini ye. Sana fazla konuşmak yaramıyor." dedi Jungwon, bıktığını belli eder şekilde.
Bir yandan yiyor, bir yandan da karşımdaki Sunoo'nun yanındaki Cheonsa'ya bakıyordum. Başka bir sorunu vardı. Stresle alakası yoktu. Ama gergindi, yine bir şeyler hissediyor olmalıydı.
"Yemeğini ye! Kızı değil!" diyerek, dikkatimi toplamamı sağladı Jake.
"İçinde kötü bir his olan bir tek ben miyim?" diye sordum, Cheonsa'nın tepkisini ölçmek için. Kafasını iki yana salladı, hafifçe. Kimsenin fark etmemesini umuyordu ama ondan gözlerimi ayırmadığım için fark etmemem mümkün değildi.
"Yaa, gereksiz. Pişt! Sen delisin, bilirsin böyle şeyleri. Hissediyor musun? Felaket mi geliyor?" diye sordum, Cheonsa'ya.
"Abartma Heeseung hyung. Yeter dedik." ~Sunghoon
"Sen bi sus." dedim Sunghoon'a ve ayağa kalkıp, Cheonsa'nın yanına geçip oturdum.
Cheonsa'dan önce Sunoo rahatsız olmuş, hemen ayaklanmıştı.
Ama şu an her şeyden önemli bir sorun vardı; o kesinlikle iyi değildi.
"Neyin var?" diye sorduğumda, herkes derince tuttuğu nefesini vermiş, Sunoo da oturmuştu.
"Kötü bir şey olacak gibi. Beni çok tedirgin ediyor." dedi, nefesi bile titrerken.
Ona sarılabilseydim, titremesi azalır mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Mess With Us ⚜ Enhypen ✔
FanficPsikolojik sorunları olan bir kız, abisi ve abisinin arkadaşları ile birlikte oturdukları yerde yaşayan ölülerle karşılaşırlar. Hayatta kalmak için verdikleri mücadele sırasında, tüm umutları tükenir. Yayılmış olan bu virüs, bu grubun arasındaki anl...