XII - ❝Acının Tedavisi❞

2.6K 180 33
                                    

"Acılarımın dermanı, sevgisini tükettiğim adamın nefesiydi

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Acılarımın dermanı, sevgisini tükettiğim adamın nefesiydi. O benim dermanımdı. Ben ise hem sevgisinin hem de onun katili..."

XII - "Acının Tedavisi"

Aylar sonra...

Var olmak için çabalıyordum ama nedenini bilmiyordum. Bazen her şeyimi kaybettiğimi düşünüyordum. Dedemi toprağa gömmek benim için bunu ifade ediyordu. Fakat kaybederken kazandığımı, vazgeçtiğimde birçok şeye ulaştığımı anladığımda zihnimdeki tüm düzen birbirine giriyordu. Kaybetmek ve kazanmak aslında hiç de sözlükteki anlamını yansıtmıyordu belki de. Bu iki kelimeyi alaşağı etmek çok kolaydı ama kimse bunun farkında değildi.

Bir şeyi kaybederken bin şey kazanıyorduk aslında. Acıları tadıyorduk, sonra o acıları tedavi etmeyi öğreniyorduk. Tecrübe kazanıyorduk, ardından bu tecrübeleri gerekli zamanlarda kullanıyorduk.

Ölümün ne demek olduğunu anlıyorduk. O toprağın sadece sevdiklerimizin değil, bizim kalbimizin üzerine de atıldığına şahitlik ediyorduk.

Dedem ölmüştü, ben yaşıyordum.

Canım acıyordu, içim kanıyordu, ruhum ağlıyordu ama ben yaşıyordum. Eğer yaşamak sabahları uyanıp kahvaltı etmek, öğlene kadar zaman geçirip tekrar bir şeyler yemek ve akşama kadar kafa dağıtmaksa ben yaşıyordum. Geceleri kabusların içinde irkilip uyanmak, sabaha kadar tavanı izlemekse yaşamak; ben yaşıyordum.

Ölümün bir insanın sonu olduğunu iddia ederlerdi. Haklı bir iddiaydı bu. Ama bazı yaşamlar da sonu anımsatırdı. Bunu sadece kaybedenler bilirdi.

Yüzümde gezinen küçük parmakların varlığıyla gözlerimi açtığımda bana bakarak gülümseyen bir suratla karşılaşmıştım. Umut, uyandığı an yanındaki kişiyi de uyandırırdı ve bu, onun yazılı olmayan kurallarından biriydi. "Prenses," diyerek dirseğimin üzerinde doğruldum. "Nasıldı öğlen uykun?"

Tuhaf sesler çıkararak ellerini birbirine çırptığında ayağa kalkıp peluş terliklerimi giydim ve onu kucağıma alarak odadan çıktım. Mutfaktan gelen sesleri takip ettiğimde Büşra'nın Umut'a yemek hazırladığını, Baran'ın da ona yardım ettiğini fark ettim.

"Anne nerede?" Umut tuhaf sesler çıkararak Büşra'yı gösterdiğinde her ikisi bize doğru dönüp kocaman gülümsemişti.

"Baba nerede?" Bu sefer elini Baran'a uzattığında Baran, seri şekilde gelip onu kucaklamış, döndürmeye başlamıştı.

Baran, kucağındaki Umut'la oynadığı sırada, "Naz," diye bana seslendi. "Zamir akşama geliyor."

Kalbim göğüs kafesimin içerisine büyük darbeler indirmeye başladığında gözlerim dolu dolu başımı sallamıştım. Üç hafta önce görev için gecenin bir yarısında başımdan öperek gitmişti ve bugün geri geliyordu. Defalarca işinden vazgeçebileceğini söylemişti ama bunu asla kabul etmemiştim. Hayattaki tek uğraşının benden ibaret olmasını kabul edemezdim. Çünkü bu, ona büyük haksızlık olurdu.

HALEFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin