Güneşin ışıkları mızrak gibi atılmıştı duvarları çığlıklarla gürleşmiş, boyaları kanlarla yapılmış, kapıları göz yaşlarıyla kilitlenmiş Gök Sarayına. Ne var ki giremedi umudun habercisi aydınlık. Nereye çarpsa kaybederdi kendi ışığını.
İşte böyle boğuk ışıkların altında yatardı iki beden. Biri baharlarda koşmuş kışlarda üşümüş kollarına bırakılan iki bebeğe ana olmuş bir kadın diğeri doğduğu gün yurdundan alınmış, ilk baharında ejderhanın nefesinde yanmış ilk kışında yazgısının düşmanları atlanıp kılıç çekmiş bir çocuk. Çocuk ki daha aklı kavramadan tini kavramıştı bu toprakları. Merhameti yoktu kimsenin,bilirdi herkes gibi.
Yan yana yatan iki bedenin gözlerinin altında ne olduğunu bilmeden bekliyordu sevenleri, merak edenleri. Alkışları kimin için yapmaları gerektiğini bilmiyordu geride kalanlar. İkiyi tek yapmış sağca almak istiyorlardı.
Düşüncelerini bırakmadan yatağın diğer yanına eğildi Işbara Alp. Evdeşinin alnına uzanarak baktı ateşine. "Hala çok sıcak." dedi elinin soğuk tarafını yüzünde gezdirip biraz da olsa yardımı olmasını umarak. Vaktiyle yokluk ve açlık içinde de olsa dilediğince at koşturup yorulana kadar yürüdükleri zamanlarda ne kadar canlıydı evdeşinin yüzü. Atlarında ve ayaklarında güç kalmadığında bile yorgunluğu gizleyen bir sıcaklıkla bakardı diye geçirdi içinden.
"Kün Ata'ya bitig ulaşmıştır, yakında burda olur." dedi Dağ Hanı kadının terini silerken.
Yaraları hafif olsa koşarak kaçacağı bu çukurda izin vermiyordu Işbara Alp kimsenin yaralı canlarına yaklaşmasına. Öyle ki Dağ Hanı ona güvenilir bir şifacı var diyene kadar kılıcını sarayın otacılarının boynundan indirmemişti.
Gök Hanının bu davranışları acısına verdiğini bu yüzden ses etmediğini bilse de umursamadı Alp. Bir hatayla ayrılmıştı onlardan, imdi ikisi canıyla uğraşırdı. İmdi yüreği kor olmuş, dile gelmiş ona hesap sorardı, sevdiklerini kendinden başkası koruyamazdı bu pek iyi bildiği şeydi Işbara Alp'in.
Tıpkı düşünde anasının yaralandığı anı tekrar tekrar gören, uyanmak için çırpınan Almıla ve yanlarında olamadığı için yüreği suçlulukla dolmuş Burçe gibi. Işbara Alp'ten öğrenmişti kızları bunu. Bu acunda onları koruyacak bir kahraman yoktu, varsa bile bozkırda değildi. Birbirlerini korumak zorundalardı. Onlara biçilen yazgı buydu.
"Korkma." dedi ozan küçük kızın elini babasından alarak. "Korkma, savaş." dedi yeniden. Sanki kızla konuşur gibiydi görenler için.
Usulca kalktı kızının yanından Işbara Alp, ozanın kamlığına güvenip kızını ona versin diye alkış etmeye başlamıştı baba yüreği. Evdeşinin yanına çökerken bıraktığı boşluğu diğer kızı doldurdu küçük bedeniyle.
"Kıraç Atam, söyle anamla bacıma gelsinler artık." dedi Burçe kurumuş gözleri iki sevgili yüzde gezerken.
Ozan yavaşça aldı kızı kucağına. "Yol belki uzundur ama gelecekler. Bu yetmez mi?"
"Gelsinlerde tezce gidelim burdan." dedi Burçe, sevmediğini belli eden gözlerle odaya bakarak.
"Yapanı bulmadan, yüreğimize kimin el attığını bilmeden gitmeyeceğiz Burçe. Akan kan bizimdir hesabını sormak bize düşer." dedi Işbara Alp, sadece savaş meydanında düşmanlarının duyduğu ses tonuyla.
"Saltuk Alp küneyi tanıyan herkesi sorguya çekti, belki bir şey çıkmıştır." diyerek ayaklandı Han. Adamın odada kaldıkça öfkeyle bilendiğini anlamıştı.
"Bırakmam onları, güvenmem kimseye."
"Tilbe içeride durur, korkmayasın."
Adamın gözleri bir an sıkıntıyla baktı genç Han'a. O zaman düşmüştü aklına bir gün önce Saltuk Alp'in söyledikleri. Kim olduğunu bile bilmeden üzülen yüreği burda yatanın kendi kanı olduğunu öğrense ne yapardı diye düşündü. Gözleri bu defa sevgiyle kızına döndü. Belki dedi belki kanının sahibinin yanında güvende olur. Yüreği bu düşüncenin ardından kavrulurken hissetmiş gibi inledi kanı kanına karışmayan ama sütünü esirgemeyen evdeşi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bozkırın Çocukları
Historical FictionDestan'ın görmemize izin verilerinin ötesinde yaşanabilecek olaylar üzerine kurgulanmış, tarihi romanlar, şarkılar ve hikayelerden alıntı yapılmıştır.