(Lavinia'nın Anlatımıyla)
Lotus'dan gece saatlerinde ayrıldım. Suikastçıların kökünün kime dayandığını araştırmak için çok çabalıyorduk. Aynı zamanda Elena'yı da bekliyordum. Evime giden yolda ara sokaklardan birine girdim. Ve başımı yukarıya kaldırdım.
Amerika'nın gökdelenlerinde yanıp sönen kırmızı ışıklar vardı. Bunlar uçak ve helikopterlerin çarpmasını engellemek için yapılmıştı. Oysa gökyüzüne girmiş, bıçaktan damlayan kanlara benziyordu. Bir gün gökyüzü kan kaybından ölecek. ..Kapımın çok hızlı çalmasıyla beraber büyük bir iç çekerek uyandım. Büyük bir ses eşliğinde açılan gözlerim, beni tekrar kapatmaya zorluyordu. Ama her bir vuruşta yine aynısı oluyordu. İçimden 'Tanıdığım kimse yok zaten her kimse çalar çalar susar' diye geçirdim. Yarım saat kadar bekledim ama bu her kimse gitmiyordu! En sonunda büyük bir sinirle huzurlu yatağımdan ayrıldım ve hayatın maratonuna kendimi kaptırarak büyük ve sesli adımlarla kapıya doğru yöneldim. Bu her kimse kapımı kıracakmış gibi çalıyordu. Kapı deliğimden dışarıya baktığımda ise geçen gün Almira ile dövdüğümüz çocuğu gördüm. Yine aynı duygusuz ifadeyle kapımı hızla çalıyordu. Onu görünce ayvayı yediğimi gerçekten hissettim. Kapım kilitli değildi istese kırabilirdi ama saygı çerçevesini n içerisinde olduğu için kırmadığını düşündüm. Hızla odama girdim, Lotus formamı giydim ve gerekli aletlerimi alarak kapıya tekrar yöneldim. Kapı deliğine baktığımda kimse yoktu ama kapı sesi hala geliyordu. Bu durumda bir terslik olduğunu hissettim ve titreyen elimi kapı koluna doğru uzattım. Elim o kadar çok titriyordu ki kapı kolunu tutmakta zorlanıyordum. En sonunda kapıya vurulunca çıkan o tok sesi duymak beni sinirlendirmiş olmalı ki kapıyı hızla açtım. Ardından kapıma sırtını yaslayarak kapımı çalan beyaz saçlı çocuk içeriye doğru sırtüstü düştü. Beni tersten görünce afalladı ve aniden ayağa kalktı. Ayağa kalkınca yüzündeki ve kollarındaki morlukları gördüm. Ona acımamıştım ama fena şekilde zarar verip zarar görmediğimiz için Almira ile kendimle gurur duydum. Sol gözündeki bandana onu ilk gördüğümde de dikkatimi çekmişti ve içimdeki merak duygusunu alevlendiriyordu. Biraz duraksadı. Ona doğru 'Burada ne işin var' bakışı atınca kendine geldi ve konuşmaya başladı. "Bayan Zerichio Lavinia, Hemen benimle gelmeniz gerekiyor." Dedi. Bunu duyunca afallamıştım. O bir suikastçıydı ve benden onunla beraber gelmemi istiyordu. "Yediğin dayaklar sana yetmediyse tek başıma da sana gösterebilirim. Beni ne için çağırıyorsunuz?" dedim. Sağ elimi arka cebime götürdüm ve fark ettirmeden silahımı almaya çalıştım. "Size kendimi tanıtmakla başlayayım o zaman. Ben Ethan İnsert Adalet Bekçileri liderinin sağ koluyum. Benliğim plazma. Şimdi tekrar söylüyorum benimle gelmek zorundasınız." Dedi. 'Zorundasınız' kelimesi beni çok sinirlendirmişti. Hızla arkamdaki silahı çektim ve Ethan'a doğrulttum. Ethan'ın yüzündeki hiçbir hat oynamamıştı. "Ben hiçbir şeye zorunlu değilim ve sizi derhal buradan kovuyordum." Dememle silahı doğrulttuğum elimi sağa doğru çekerek arkama geçmesi bir oldu. Her şeyi geçtim evime ayakkabıyla basmasına daha da sinirlenmiştim içimdeki Türk damarı kabarıyordu sanırım. "Şimdi bana zorluk çıkarmayın. Ben elinizdeki silahı yavaşça çekeceğim." Dedi. Yapacağı şeyi bana önceden neden söylediğini kestiremedim. Sağ ayağımı arkama götürerek Ethan'a tekme atmaya çalıştım lakin o silah tutan elimi sıkıca tutarak benim soluma geçmişti. Durum böyle olunca sol elimle de şansımı denememe izin vermeden iki elimi de birleştirmişti. Bir eliyle iki elimi tutuyor, diğer eliyle ise silahı elimden alarak koridorun sonuna doğru attı. İşaret parmağını bileğime getirdiği an bileklerimden beynime uyarı sinyalleri geldi. Beynime giden her bir damar veya sinir uyuşmuş ve yanıyordu. Bu yanma daha da arttı ve ben bileklerimi daha doğrusu belimin üst kısmını hissetmez oldum. Beynim gitgide uyuşmaya başladı, gözlerim karardı ve bulanıklaştı. Hemen ardından karşımda Ethan'ı gördüğüm gibi etraf karanlıklaştı ve ben kendi zihnimdeki karadeliğe tekrar yenildim.
Gökyüzündeydim ama değildim, ayaklarım sığ, berrak, parıltılı bir sudaydı. Başımı yere eğdim, suyun altında ise kendi yansımamı gördüm. Sanki gökyüzündeydim ve her yer aynayla kaplı gibiydi. Kafamı bu sefer de yukarıya kaldırdım. Masmavi gökyüzü ve bembeyaz bulutlar... Karşımda bir silüet belirdi. Bu silüet bana gitgide daha da tanıdık gelmeye başladı. Bana doğru yavaş adımlar atıyordu ama her attığı adım kalbimin daha da hızlanmasına sebebiyet doğuruyordu. Bana doğru yaklaşan silüetin önce siyah saçlarını daha sonra siyah gözleri ve tam karşımda...
Bu kişiyi tanıyordum, hemde çok iyi tanıyordum. Kabuslarımın, vicdan azabımın, kendimi suçlamamın, yalnızlığın ve nicelerini kalbimin tam orta yerine yerleştiren kişiydi. Lera...
Onu görür görmez tanıdım ve kalbimin hızlanmasıyla beraber ağrısı da arttı. Sanki ağzımda kan tadı var gibiydi. Onu gördüğüm gibi koştum. Önce gözlerim doldu, sonra kollarımı açtım ve tam sarılacaktım ki... Lera kollarımda buharlaştı. Kollarım birbirine birleşmişti, Lera'nın buharları ise birleşen kollarımın arasından berrak gökyüzüne karıştı. Hemen sonra ise ağzımdaki kan tadı arttı ve yere çöktüm. Kendi yansımamın üzerinde, tam olarak yanağıma denk gelen kısma bir kan damlası düştü. Sanki yağmur damlasıymış gibi arttı.
Kan yağmurum durduğunda ise kafamı kaldırdım. Karşımda dört tane genç vardı. Tahminim benden 3 yaş büyük insanlardı. Hepsi bana, daha doğrusu annemin verdiği kolyeye bakıyorlardı. Hepsinin gözlerinde ise merhamet duygusu baskındı. Saçları suyun açık mavisi olan, teni ve kirpikleri bembeyaz, dudakları baskın bir kırmızı renkte olan kız bana elini uzattı. Hepsinin yüzlerine baktım. Su enerjisi veren kızın yanında ise onun zıttı olan alev rengi kırmızı saçları dağınık ama yine de hoş duran, gözleri saçlarıyla aynı renk olmasına rağmen yangını anımsatan bir çocuk vardı. Onun arkasında ise kahverengi saçlı ve sol gözü yeşil sağ gözü kahverengi olan, buğday tenli çocuk onun solunda ise Damian'ın tıpa tıp benzeyen bir kız vardı. Kızın Damian'ın saçlarıyla aynı mor saçları, uyumlu gözleri, bembeyaz teni, pembemsi dudakları ile Damian'a çok benziyordu. O kıza uzun uzun baktım. Her baktığımda ise gözlerinin rengi değişiyordu. Bana elini uzatan kızın elini tuttum ve ayağa kalktım. Mor saçlı Damian'a benzeyen kız sol elimden su enerjisi veren kız sağ elimden tuttu. Ateş çocuk ile toprak saçlı çocuk da arkama geçmişti. Dördü de çevremi sarmalamıştı. Damian'a benzeyen kız konuştu "Bir gün benlikleriniz yok olacak. " dedi ve kolyemi gösterdi. "Bu kolye biz dört element sahiplerinden sana emanet. Bunun sayesinde bizimle iletişim kuracaksın ve günü geldiğinde ise bizi ait olduğumuz yerlere götürerek dünyayı eski haline getireceksin." Dedi. Bahsettiği 'ait oldukları' yer konusunda hiçbir fikrim yoktu. Tam ağzımı açacaktım ki beni susturarak devam etti. "O kolye sayesinde seni koruyoruz, hepimiz ölen insanlarız bizi diri tutan tek şey Edilia'nın benliği." Dedi ve konuşmayı su kızı devam ettirdi. "Onun benliğinin ne olduğunu tam olarak kimse çözemedi. Yıllar önce yaşamış bir insan." Dedi. Edilia Sirius'u kullanan ilk insandı. Ateş çocuğun sesini duyar duymaz arkama döndüm. "Senden Sirius'un Dünya'ya yaklaştığı sonraki yıl içerisinde bizi bulup bir araya getirerek hepimizi ait olduğumuz yere konumlandıracaksın. Hemen ardından biz ise görevimizi yerine getireceğiz." Dedi Toprak çocuk devam ettirdi. "Dünya'yı var eden biziz kurtaran da biz olacağız." Dedi ve hepsi bir anda buhar olarak gökyüzünün maviliğine, kardeşimin gittiği yere kavuştular.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝒮İℛİ𝒰𝒮
Science FictionSirius, en parlak olarak bilinen o yıldız... Ya o yıldızın bir sırrı varsa? Ya sadece parlak olarak kalmıyorsa? . . . O gün bahar ayının bir gecesiydi. Edilia kendine çok güveniyordu Sirius'dan yararlanarak tarihe adını baş köşeye yazacağına inanı...