Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Avcı'nın isteği üzerine kasabaya indim ve kampı gözetlerken gerekli olacak malzemeleri almaya koyuldum. Uzun süre dışarı çıkamayacağı için Molly ile beraber kasabaya geldim.
"Tamam sen herşeyciden malzemeleri al. Ben de düzgün bir tüfek ve mermi alayım."
"Tamam hayatım."
Silah dükkanına girdiğimde adam hemen tezgahın arkasına geçti.
"Buyurun. Ne bakmıştınız?"
"İyi bir tüfek istiyorum. Büyük bir yaban domuzu için."
"Ah anlıyorum." Arkasındaki dolaptan tüfekleri kontrol ederken konuştu.
"Sizi buralarda hiç görmedim. Yeni misiniz?"
"Evet. Güzel kasabanız var, havayı hesaba katmazsak."
"Evet soğuktur. Taşak büzüştürecek derecede." Tüfeği uzattı. "Bakın. Beğenirseniz anlaşırız." Uzattığı silahı elime aldım. Ne ağırdı ne hafif. Tam benlikti yani.
"Evet. Bayağı güzel."
"Fiyatta anlaşalım o zaman." Adamla kısa bir pazarlık yaptıktan sonra anlaştık.
"Senindir." Silahı alıp parayı uzattım.
"Kolay gelsin." Dükkandan çıkınca Molly'i beni beklerken gördüm.
"Thomas." Yanına gittim.
"Aldın mı her şeyi?"
"Evet ve çok tatlı bir çiftle karşılaştım. O kadar kibarlardı ki. Kadın da hamileydi." Duraksadı. Bu konu onu gittikçe üzüyordu. Bu işleri bitirdiğimizde. Güzel bir evimiz olduğunda bu evi şenlendirecek bir çocuk da gerekecekti.
"Her şey bittiğinde bunu küçük bebeğimizle kutlayacağız. Sana söz veriyorum." Gülümsedi. Molly'e bakarken uzakta atla buraya gelen Avcı'yı gördüm. O bizi görmemişti. Dalgınca atını tırıs gidecek şekilde sürüyordu.
"Hey!" Ona seslendiğimde kendine geldi. Bize yanaştı.
"Her şeyi aldınız mı?"
"Sen iyi misin?"
"Evet. Aldınız mı?"
"Aldık."
"Atıma yükleyin de gidelim." Dediğini yaptık. Ata eşyaları yükledikten sonra Molly'le atımıza bindik ve kulübeye doğru yol aldık.
Kulübeye geldikten sonra Molly'i attan indirdim. Ve onlara lazım olacak eşyaları eve bırakıp bize lazım olanları atlara yükledim. Ardından Molly'e sarıldım.
"Kendine dikkat et."
"Sen de Thomas."
"Ağlayın bir de. Abartmayın birkaç güne yeniden kavuşursunuz." Ayrıldık.
Atlara bindik. Avcı'yı takip ede ede ormanın içlerine biraz da olsa sıcak taraflara geldik.
"Biraz daha ilerlersek kamplarına varacağız. Buraya kamp kuralım. Atlar ve eşyalar burada kalsın."
"Ya çalarlarsa."
"Birkaç yere tuzak kurarım."
"Ne tuzağı?"
"Kapan, ayı kapanı."
"Fazla değil mi?"
"Eğer benimle karşılaşırsa direkt geberir çalacak kişi. Bundan iyidir. Değil mi?"
"Bu işten kurtulduğumuzda bana kim olduğunu anlatacaksın." Güldü.
"Hayatta kalabilecek kadar şanslıysan neden olmasın?"
"Belki de ölen sen olursun." Gülümsedi.
"O kadar şanslı değilim maalesef."
"Madem ölmeye bu kadar heveslisin neden yaşamak için bu kadar çabalıyorsun?"
"Çünkü korkağım." Atlardan indik. Beraber küçük bir kamp kurduk. Eli o kadar hızlıydı ki bunu ilk defa yapmadığı çok belliydi. Avcıların arada büyük hayvanları avlarken kamp yaptığını biliyordum. Bundan olabilirdi.
"Yemek yiyip talim yapalım."
"Sesleri duymazlar mı?"
"O kadar yakın değiliz. Ama ne olur ne olmaz nöbetleşe uyuyacağız." Çenesini kıtlattı. "Ayrıca teker teker gelirlerse onların sonu olur."
"Tahmini kaç kişilerdir?"
"Sekiz dokuz falan."
"Nasıl saldıracağız?"
"Arada bir nöbet için devriye atıyorlar. O araları kestirip çıkanları tek tek indirmemiz lazım. Sessizce ve dikkatli bir şekilde. Kalanlara da kamplarını basarak saldıracağız. Kamp dediğime bakma derme çatma bir evde yaşıyorlar."
"Nasıl bu kadar iyi gözetleyebildin?"
"Ne diyebilirim ki iyi bir avcıyım. Ve iyi bir avcı avlamaktan önce gözetlemeyi bilmek zorunda."
"Hem de fark ettirmeden."
"Yemek yiyelim." Kurutulmuş etleri ve konserve meyveleri çıkarttım. İştahla yemeğe başladı. Onun yüzünden aç olmadığım halde yemeğe gömüldüm.
Yatma vakti geldiğinde esnemeye başladım. Silahını temizleyen Avcı bunu fark etmiş olmalı ki;
"İstersen uyu. İlk nöbet bende olsun."
"Teşekkürler." Silahına döndü. Çadırıma girip uyudum.
Sabah kuş sesleriyle uyandım. Avcıya bakmak için çadırdan çıktım. Bir ağaca yaslanmış elindeki fotoğrafa bakıyordu. Diğer eli sağ kaşının üstündeki yaradaydı. Bu dikiş izini daha önce fark etmemiştim. Genelde şapka taktığı için yarası çok belli olmuyordu. Ondan fark etmemiş olmalıydım.
"Günaydın." Kaşındaki elini indirip kafa salladı. Fotoğrafı iç cebine koydu.
"İyi uyudun mu?"
"Evet. Teşekkürler." Karşısındaki taşa oturdum. "Yaranı hiç fark etmemiştim. Nasıl oldu?" Eli tekrar yarasına gitti.
"Bıçak yarası. Bir sürü yaram var tek tek sormayacaksın herhalde."
"Hayır da bu dikkat çekici. Ayrıca diğerlerini görmedim."
"Görsen de hatırlamıyorum. Hatırladığım iki yara var sadece."
"Bugün atış talimi yapalım mı?"
"Olur. Ama izin ver dinleneyim." Ayağa kalktı.
"İyi uykular."
"İyi nöbetler."
"Sağ ol."
Çadırına girip uyudu. Bense atıştırarak zamanın geçmesini bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELLE: Efsanenin Doğuşu (GXG)
ActionSerinin 1. kitabıdır. Amerika'nın en vahşi zamanları. Yaşamanın şans olduğu dönemlerde bir haydudun hikayesi. Peşindeki adamlardan kaçmaya çalışan bir aile. Hayatta kalmaya çalışacaklar. Peki başaracaklar mı?